KAMU GÖREVLİLERİNE VE SİVİLLERE YARGI ZIRHI GETİRİLMESİNİN “CEZASIZLIK KÜLTÜRÜ” BAĞLAMINDA DEĞERLENDİRİLMESİ
Anayasa
Mahkemesi 16/7/2020 tarihinde (E.2018/31 numaralı dosyada), 15 Temmuz darbe teşebbüsü ve
terör eylemlerinin bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin bu fiilleri
nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluklarının doğmayacağına ilişkin
kuralın[1]
şekil ve esas bakımından Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin
reddine karar vermiştir.
1. Anayasa Mahkemesi’nin Gerekçesi
Söz
konusu red kararın esas bakımından gerekçesi özetle şu şekildedir:
Anayasa
Mahkemesi, belirlilik ilkesinin yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş
anlamda hukuki belirliliği ifade ettiğini ve mahkeme içtihatları ile de hukuki
belirliliğin sağlanabileceğini vurgulama suretiyle, kuralda yer alan “…terör
eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında…”
ibaresinin kuralı belirsiz hâle getirmeyeceğini ifade etmiştir. Söz konusu
ibareye 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör
eylemleri ile devamı niteliğindeki eylemlerin her birinin ayrı ayrı
yazılmasının mümkün olmaması nedeniyle yer verilmiş olduğunu, bu durumun yasa
yapma tekniğinin doğasından kaynaklandığını belirtmiştir.
Anayasa
Mahkemesi’ne göre, kuralda yer alan “…devamı…” ibaresi kuralın ileriye
dönük olarak belirsiz bir süre uygulanmasına imkân tanımamaktadır. Darbe
teşebbüsü ve terör eylemleri anlık fiiller olmayıp belli bir zamana
yayılmıştır. Bu nedenle kuralda yer alan ibarenin darbe teşebbüsü ve terör
eylemleri ile bunlarla bağlantılı olarak hemen sonrasındaki sınırlı zamanda meydana gelen
fiilleri kapsamaktadır.
Anayasa
Mahkemesi ayrıca, dava konusu kuralın bir yargılama engeli getirmediğine, ancak
yapılacak incelemede söz konusu fiilin kuralın getiriliş amacı
kapsamında işlenip işlenmediğinin değerlendirileceği ve varılan sonucun
anılan kapsamda olmadığının tespit edilmesi hâlinde sorumluluğun gündeme
geleceğine yer vermiştir.
Bu
kapsamda, “resmî bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmî bir görevi yerine
getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15 Temmuz 2016 tarihinde
gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı
niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişilere”; hukuki,
idari, mali ve cezai sorumluluk yüklenmemesinin hukuk devleti ilkesini ihlal
eden bir yönünün bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
2. Hukuki Belirlilik Açısından Değerlendirme
Öncelikle
incelemeye konu kural ile “resmî bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmî
bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın” herkese, başka bir
ifadeyle kamu görevlilerinin yanı sıra sivil kişilere de yargı zırhı
getirilmiştir. Oysaki sivillerin böylesine kargaşa anlarında nasıl
davranacaklarını, örneğin zor ve silah kullanma yetkisini nasıl icra edeceklerini
öngörmek mümkün değildir. Devletin tekelinde olması gereken zor ve silah
kullanma yetkisi, ancak bu konuda fiziksel ve mental açıdan eğitimli kişilerce
kullanılması gerekmektedir. Aksi takdirde toplumsal bir kaos ortamının oluşması
kaçınılmazdır. Zira bu yetkinin kullanılması, çoğunlukla kişilerin doğrudan
vücut bütünlüğüne müdahaleye yol açmaktadır.
Üstelik
anılan düzenlemede sadece cezai değil, hukuki ve idari açıdan da kişilerin sorumluluklarının
bulunmayacağı belirtilmiştir. Bu korumanın kapsamı ise, “15 Temmuz 2016
tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların
devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamındaki fiiller” olarak
belirlenmiştir. Çerçevenin kişiler ve eylemler açısından son derece geniş
tutulduğu görülmektedir. Kapsamdaki bu genişliğin hukuki belirlilik ve
öngörülebilirlik açısından pratikte önemli sorunlar doğurabileceğini söylemek
yanlış olmayacaktır.
Kural
ile “15 Temmuz 2016 tarihi ve devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması”
şeklinde süre açısından bir sınır belirlenmeye çalışılmıştır. Bir yönüyle olaya
özgü ve geçmişe yönelik bir kural ihdas edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, kuralda
yer alan “…devamı…” ibaresi kuralın ileriye dönük olarak belirsiz bir
süre uygulanmasına imkân tanımadığı, darbe teşebbüsü ve terör eylemlerinin
anlık fiiller olmayıp belli bir zamana yayıldığı, dolayısıyla kuralda yer alan
ibarenin darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunlarla bağlantılı olarak hemen
sonrasındaki sınırlı zamanda meydana
gelen fiilleri kapsadığı gerekçesiyle bu ibareyi sorunlu bulmamıştır.
Bu
değerlendirmeye katılmak mümkün değildir. Öncelikle bu tür olayların ne kadar
süreyle devam edeceğinin önceden bilinmesi olanaksızdır. Birkaç gün
sürebileceği gibi aylarca, hatta iç savaşa dönüşerek sürmesi yıllarca sürmesi
de olasıdır. Darbe teşebbüsü olayı tam olarak ne zaman “bastırılmış” kabul
edilecektir? Genelkurmay Başkanlığı, 15 Temmuz akşam saatlerinde başlayan darbe
girişimlerinin 17 Temmuz'da saat 16.00 itibarıyla yurt genelinde tam anlamıyla
bastırıldığını bildirmiştir.[2]
Bu durumda 17 Temmuz saat 16.00’dan sonra yaşanan olaylar bu kuralın kapsamı
dışında mı kabul edilecektir? Olaydan günler, belki de aylar sonra kaçan bir
şüphelinin yakalanması “devamı” niteliğinde mi değerlendirilecektir? Bu ve
benzeri sorular, söz konusu kuralın muğlaklığını açıkça ortaya koymaktadır.
Diğer
taraftan, her ne kadar söz konusu kural sadece bir olaya has olarak
getirilmişse de, daha sonra yaşanabilecek benzer olaylar için de örnek teşkil
edebileceği ve teşvik edici nitelik taşıdığı da açıktır.
3. Etkin Soruşturma Yükümlülüğü Açısından
Değerlendirme
Bilindiği
üzere, AİHM içtihatlarıyla çerçevesi çizilen pozitif yükümlülük, bir kişi zor
kullanma ya da başka bir olay neticesinde öldüğünde ya da yaralandığında, etkin
resmi bir soruşturma yapılmasını da içermektedir.[3]
AİHM,
özellikle işkence ve aşırı zor kullanma eylemlerinde, faillerin ceza
almamalarını, ya da çok az ceza almalarını, aldıkları cezaların erteleme,
paraya çevirme vb. yollarla etkisinin azaltılmasını, bir “cezasızlık (impunity) sorunu”
olarak görmekte ve bu tür başvurularda, yaptırımın caydırıcı olmadığı
gerekçesiyle ihlal kararları verebilmektedir.
AİHM’e
göre ulusal mahkemeler, hiçbir koşulda, yaşamı tehlikeye atan suçların cezasız
kalmasına imkân verecek bir tutumda olmamalıdırlar. Bu, halkın güvenini
kazanmak, hukuk devletine olan
inancı korumak, hukuka aykırı eylemlere göz yumulduğu ve suçların işlenmesine
hoşgörü gösterildiği düşüncesinin oluşmasını önlemek açısından son derece
önemlidir. Bu nedenle, AİHM’in görevi, ulusal mahkemelerin belirli sonuçlara
varırken, olayda Sözleşme’nin 2. maddesinin gerektirdiği dikkatli incelemeyi
yapıp yapmadıklarını ve hangi ölçüde yaptıklarını denetlemeyi de kapsamaktadır.
Böylece, yargı sisteminin caydırıcı etkisi ve yaşama hakkı ihlallerini önlemede
oynaması gereken rol, zayıflatılmamış olacaktır.[4]
Böylelikle
AİHM, içtihatlarıyla, devletin usul yükümlülüğünü, soruşturma ve yargılama
aşamasının ötesine taşımış ve cezalandırma aşamasını da içerecek şekilde
genişletmiştir.[5]
AİHM
kriterlerine göre, bir kamu görevlisi, Sözleşme’nin yaşama hakkına ilişkin 2.
maddesine ve işkence yasağına ilişkin 3. maddesine aykırı bir davranışta
bulunmakla suçlanıyorsa, yargılama veya mahkûmiyet zamanaşımına uğratılarak hükümsüz bırakılmamalıdır. Bu davalarda,
af veya bağışlama uygulanmamalıdır.[6]
Bu bağlamda, failler “gülünç” sayılabilecek derecede hafif cezalara
çarptırılmış, dahası, bu cezalar ertelenmişse, bu durum da yaptırımın caydırıcı
olmadığı gerekçesiyle usul açısından ihlal nedeni sayılabilmektedir.[7]
Bu bağlamda, incelemeye konu kural ile kişilere tam bir hukuki koruma
sağlanması, hesap verilebilirlik açısından önemli bir sorun doğurmaktadır.
Diğer
taraftan AİHM, Türkiye ile ilgili davalarda, güvenlik görevlilerinin karıştığı
iddia edilen ölüm olaylarında, soruşturmanın il ya da ilçe idare kuralları
tarafından yapılmasını yoğun bir şekilde eleştirmiştir.[8] Ön
soruşturma yapmak üzere atanan muhakkiklerin (soruşturmacı) ve bu kurulların
yapısının bağımsızlık şartını karşılamadığı gerekçesiyle, Türkiye hakkında,
idari soruşturma izni uygulaması nedeniyle 90’lı yıllardan bugüne kadar çok
sayıda ihlal kararı verilmiştir. Ayrıca, bu idari kurulların vermiş olduğu kararların
idari yargının denetimine tabi olması da, sadece dosyadaki belgelere bakarak
karar verildiği gerekçesiyle yeterli görülmemiştir.[9]
Özetle,
idareye atfedilebilir bir ölüm olayında sorumluluğu olduğu iddia edilen kamu
görevlilerinin cezai soruşturmasının, 4483 Sayılı Memur ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun vb. mevzuat gereğince idari izne
bağlı olması, bağımsızlık ve tarafsızlık şartının karşılanmadığı gerekçesiyle,
AİHM tarafından usulü açıdan ihlal nedeni sayılmaktadır. AİHM’e göre, kamu
görevlileri açısından yaşama hakkını ve işkence yasağını ilgilendiren hiçbir olayda, soruşturma izni usulü
uygulanmamalıdır.
Buna
karşın, iptal istemi red edilen madde ile, sadece bir olaya özgü de olsa, hem
kamu görevlilerine hem de sivil kişilere, çok geniş yargı zırhı getirilmiştir.
15 Temmuz 2016 tarihinde ve devam eden günlerde meydana gelen çok sayıda şüpheli
ölüm olayı ve işkence iddiaları bulunmaktadır. Bu olayların faillerinin iç
hukukta yargılanamaması, etkin soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşama hakkının
ve işkence yasağının en azından usuli açıdan ihlallerine neden olabilecektir.
Bu tür vahim olaylarda sorumlular için yargı zırhı getirilmesi, şüphesiz ki
“cezasızlık kültürünün” daha da yaygınlaşmasına yol açmaktadır.
4. Sonuç ve Değerlendirme
İlk
olarak, söz konusu kuralın hukuki belirlilik ilkesi açısından sorunlu olduğunu,
geniş ve öngörülemez tarzda yorumlanmasının son derece olası olduğunu ifade
edebiliriz.
Ayrıca,
kural ile getirilen kapsamlı “dokunulmazlığın”, yargısız infaz ve işkence
benzeri olayların sorumlularının tespiti ve caydırıcı şekilde
cezalandırılmaları açısından engel teşkil edeceği açıktır. Bu kural ile, örneğin
darbe teşebbüsü olayına hiç karışmamış ya da kendiliğinden teslim olmuş erlerin
ve askeri öğrencilerin öldürülmesi olaylarının faillerinin cezai ve hukuki tüm
sorumlulukları ortadan kaldırılmıştır. Böylece bu tür kargaşa dönemlerinde gerçekleştirilen
hukuka aykırı eylemlerin de korunacağı ve yaptırımsız bırakılacağı mesajı verilmiştir.
[1] Dava konusu
kural, 8/11/2016 tarihli ve 6755 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması
Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair
Kanun’un 37. maddesinin (2) numaralı fıkrasıdır.
İptali talep edilen
kuralı ile, resmî bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmî bir görevi
yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15 Temmuz 2016 tarihinde
gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı
niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin bu
fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluklarının doğmayacağı
öngörülmüştür.
[2]https://www.aa.com.tr/tr/15-temmuz-darbe-girisimi/tskdan-15-temmuz-darbe-girisimiyle-ilgili-aciklama/611050
[3] Philip Leach,
Taking a Case to the European Court of
Human Rights, 3rd Edition, New York: Oxford University Press, 2011, s.184.
[4] Öneryıldız-Türkiye Kararı, p.96; Okkalı-Türkiye Kararı, p.65; Ali ve Ayşe Duran-Türkiye Kararı, p.61; Mojsiejew-Polonya Kararı, p.53; Giuliani ve Gaggio-İtalya Kararı, p.306.
[5] Osman Doğru ve Atilla Nalbant, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi-Açıklamalı ve Önemli Kararlar, Yüksek Yargı
Kurumlarının Avrupa Standartları Bakımından Rollerinin Güçlendirilmesi Ortak
Projesi, Cilt.1, Ankara: Şen Matbaa, 2012, s.29.
[6] Abdülsamet Yaman-Türkiye Kararı, p.55; Teren Aksakal-Türkiye Kararı, p.88; Ali ve Ayşe Duran-Türkiye Kararı, p.69; Evrim Öktem-Türkiye Kararı, p.55; Tuna-Türkiye Kararı, p.75; Association 21 December 1989 ve
Diğerleri-Romanya Kararı, p.144.
[7] Örneğin, Nikolova ve Velichkova-Bulgaristan davasında, iki polis memuru tarafından ağır
şekilde dövülen başvuranların yakını, polis merkezinde sorgulanmak üzere
bekletilirken bayılmış ve daha sonra hastanede hayatını kaybetmiştir.
Başvuranlar lehine tazminata hükmedilmiştir. Ancak, 7 yıldan fazla süren
yargılama süreci sonunda, ilgili kanun 12 yıla kadar cezalandırma yetkisi
vermesine rağmen, yerel mahkeme alt sınırdan (3 yıl) ceza vermiş ve bu cezayı
ertelemiştir. Ayrıca, polis memurları hakkında hiçbir disiplin soruşturması
yapılmamıştır. Hatta bu süreçte terfi bile etmişlerdir. Bu nedenlerle, AİHM,
başvuranların mağdur sıfatlarının devam ettiğine ve polis memurları hakkında
yürütülen ceza soruşturmasının yetersiz olduğuna karar vermiştir (Nikolova ve
Velichkova-Bulgaristan Kararı, no.7888/03, 20 Aralık 2007, p.50-64 ve 70-76). Ayrıca
bkz. Öneryıldız-Türkiye Kararı, p.116-118.
[8] Doğru ve Nalbant, s.23-24; Devlet Denetleme Kurulu, Hrant Dink Cinayeti Hakkındaki 02.02.2012 Tarihli ve 2012/1 Sayılı
Araştırma ve İnceleme Raporu, Ankara: 2012,
http://www.tccb.gov.tr/ddk/ddk50.pdf (07 Ocak 2013), s.626.
[9] Örneğin bkz. Güleç-Türkiye Kararı, p.80-81; Oğur-Türkiye Kararı, p.91-92; Taş-Türkiye Kararı, p.70-71; Gül-Türkiye Kararı, p.91; Orhan-Türkiye Kararı, p.342; Aktaş-Türkiye Kararı, p.304; İpek-Türkiye Kararı, p.174; Özalp ve Diğerleri-Türkiye Kararı, p.43-44; Dink-Türkiye Kararı, p.88.
Yorumlar
Yorum Gönder