AİHM - Hükümet Görüşlerine Karşı Cevap Dilekçesi Örneği
The Registrar BY E-TRANSMISSION ONLY
European Court of
Human Rights
Council of Europe
F-67075
Strasbourg Cedex FRANCE
İKİNCİ BÖLÜM
… Ekim 2020
Başvuru No . …/18
… / Türkiye
23/07/2020 tarihli mektubunuz ile
gönderilen … /
Türkiye (…/18)
başvurusuna ilişkin 06/07/2020 tarihli hükümet görüşlerine karşı cevaplarımızı
ve tazminat taleplerimizi içeren dilekçemizi Mahkemenize sunuyoruz.
ÖZET
Hükümet görüşlerine
cevaplarımızı ve tazminat taleplerimizi içeren bu dilekçe 30 sayfayı aştığı
için yazılı dilekçeler hakkındaki Uygulama Talimatları’nın (Practice
Directions) 12. maddesi gereğince kısa bir özeti hazırlanmıştır.
Başvuruya konu olaylar
yaşanmadan önce yargı mensubu olarak görev yapan başvurucu, 15 Temmuz Darbe Teşebbüsünün
hemen ardından, …
tarihinde, tutuklanmış ve tutukluluk hali … ay sürmüştür.
İlk tutuklama anında, idari
tasarruf niteliğindeki Hâkimler ve
Savcılar Kurulu’nun (HSK, 16/04/2016 öncesi HSYK) açığa alma kararı
dışında, başvurucu hakkında hiçbir delil bulunmamaktaydı. Başvurucu, yalnızca
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatı üzerine, hiçbir delile
dayanmaksızın, Anayasa ve kanunla sağlanan hâkimlik teminatına uyulmaksızın,
keyfi şekilde tutuklanmıştır.
Tutuklu kaldığı süre boyunca başvurucu
çok sayıda hak ihlaline maruz kalmıştır. Suçüstü hali, yargı mercileri
tarafından hâkimlik teminatını ortadan kaldıracak şekilde, son derece geniş ve
öngörülemez tarzda yorumlanmış ve uygulanmıştır.
Haksız ve delilsiz tutukluluk
dâhil olmak üzere, başvurucunun şikâyet ettiği hususların büyük çoğunluğu,
hükümet tarafından OHAL ilan edilmesinden ve Sözleşme’nin askıya alınmasından
(21 Temmuz 2016 tarihinden) önce gerçekleşmiştir. Kaldı ki, şikâyete konu
hususların tamamına ilişkin müdahale “durumun
gerektiği ölçüde ve orantılı” değildir ve “uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerle” bağdaşmamaktadır.
Hükümet, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden (Sözleşme/AİHS) kaynaklanan
yükümlülüklerin askıya alınmasına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
(Mahkeme/AİHM) önceki içtihadından (Mehmet
Hasan Altan, Alparslan Altan ve Hakan Baş vb.) ayrılmasını gerektirecek
yeni bir argüman ileri sürmemiştir. Böyle bir içtihat değişikliğini
gerektirecek yeni bir olay ya da olgu da mevcut değildir.
Başvurucu kendisine atfedilen
suçlamaları yargılama süreci boyunca kabul etmediği gibi, hükümetin kabul
edilebilirlik ve esasa ilişkin görüşlerine de katılmamaktadır.
Başvurucu hakkındaki açığa
alma kararı tutuklamaya, tutuklama ise meslekten ihraç kararına dayanak
yapılarak adeta “hukuksal bir kısır döngü”
oluşturulmuştur. Benzer bir yaklaşım hükümet tarafından da sürdürülmüştür (p.
116).
Diğer taraftan, 16 Temmuz sabahında
yaklaşık üç bin yargı mensubunun hangi kriterlere göre açığa alındığı, bu kadar
kısa süre zarfında (saatler içinde) binlerce kişi hakkında nasıl kişisel
değerlendirme yapılabildiği ya da söz konusu listenin ne zaman ve nasıl
hazırlandığı belirsizliğini halen korumaktadır.
Komünikasyon mektubu ekindeki yer alan tabloda başvurucunun şikâyetlerinin
tümüne yer verilmediğini önemle ifade etmek istiyoruz. Ancak hükümete
yöneltilen sorular neredeyse tüm şikâyetleri kapsamaktadır. Bu nedenle,
bireysel başvurunun aşağıda belirtilen tüm şikâyetler çerçevesinde
incelenmesini ve ihlal tespit edilmesini talep ediyoruz.
Cevap dilekçesinde, çoğunlukla
parantez içinde hükümet görüşünün hangi sayfa ya da paragraflarına ilişkin
açıklama yapıldığı belirtilmiştir. Mümkün olduğunca hükümetin
başlıklandırmasına ve sistematiğine bağlı kalınmıştır.
Uzun görüş yazısında hükümet,
başvurucu ile hiçbir ilgisi olmayan ve son derece tartışmalı çok sayıda olay ve
bilgiye yer vermiştir. Örneğin 15 Temmuz darbe girişiminde, ne başvurucunun ne
de başka bir yargı mensubunun herhangi bir rol üstlendiği ya da bu girişime
katkı sağladığına dair, mesnetsiz siyasi beyanlar dışında, hiçbir delil ya da
emare bugüne kadar ortaya konulamamıştır. Benzer şekilde hükümet, sınav sorularının
ele geçirilmesi gibi, başvurucu ile hiçbir ilgisi olmayan çok sayıda bilgi ve
iddiaya yer vermiştir (p. 100). Bu tür soyut iddia ve alakasız bilgilere
başvurucunun şikâyetleri ile ilgisi olmadığı için cevap verilmemiştir.
Dilekçe, dört bölümden
oluşmaktadır. İlk bölümde, hükümetin tablolarda yer verdiği bilgilere ilişkin
cevaplara yer verilmiştir. Tablolardaki yanlış ya da eksik bilgiler
düzeltilmiştir. İkinci bölümde, kabul edilebilirlik ile ilgili hükümet
görüşlerine karşı cevaplarımıza, üçüncü bölümde Mahkeme tarafından yöneltilen sorulara ilişkin hükümet görüşlerine karşı
cevaplarımıza yer verilmiştir. Son bölümde ise, tazminat ve yargılama
giderlerine ilişkin taleplerde bulunulmuştur. Bu bağlamda, … Avro maddi tazminat, … Avro manevi tazminat ve
… Avro yargılama
giderine hükmedilmesi talep edilmiştir.
I.HÜKÜMETİN MAHKEME’YE SUNDUĞU TABLOLARDA YER VERİLEN
BİLGİLERE İLİŞKİN CEVAPLARIMIZ
1.
Tutuklama Anında Başvurucunun Hukuki Statüsü - Tablo 1 (s. 83/p. 178 vd.)
1. Öncelikle ifade etmek isteriz ki, gözaltına alındığı ve
tutuklandığı tarihte açığa alınmış olmasının başvurucunun hukuki statüsüne
hiçbir etkisi bulunmamaktadır. Ancak meslekten ihraç kararının kesinleşmesiyle
“hâkimlik teminatı”nın sağladığı
güvenceler son bulmaktadır (p. 178 vd.).
2. Diğer taraftan hükümet, 15 Temmuz 2016 tarihinde
gerçekleşen darbe teşebbüsü öncesinde de “Gülen cemaati ya da Hizmet Hareketi”
olarak bilinen topluluğun “silahlı terör örgütü” olarak kabul edildiğini iddia
etmektedir (p. 84 vd.).
3. Oysaki darbe teşebbüsü öncesinde, söz konusu yapıyı
“silahlı terör örgütü” olarak kabul eden tek bir kesinleşmiş yargı kararı
bulunmamaktaydı. Tam aksine, Yargıtay kararında (2015/3 Esas) belirtildiği
üzere, silahlı terör örgütü suçlamasına ilişkin Fetullah Gülen hakkında Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun
2008/9-82,181 Sayılı kararı ile kesinleşen berat kararı mevcuttur. Dolayısıyla,
başvurucunun böyle bir örgütün varlığını bildiğinin ve isteyerek üye olduğunun,
bu bağlamda suçüstü halinin bulunduğunun kabulü mümkün değildir. Zira
cumhurbaşkanı dâhil devletin en üst düzey yetkilileri, ancak 15 Temmuz Darbe
Teşebbüsü ile böyle bir örgütten haberdar olduklarını ifade etmişlerdir. Daha
önceki adli ve idari soruşturmalar, 17/25 Aralık (2013) sürecinden sonra
“paralel devlet yapılanması” adı altında yürütülmüş, ancak 15 Temmuz 2016
tarihinden önce hiçbirisi kesinleşmiş yargı kararına dönüşmemiştir.
2.
Tutuklama Kararlarında Belirtilen Makul Şüphe ve Tutuklama Nedenleri - Tablo 2
(s. 85/p. 183-189)
4. Hükümet tarafından Mahkeme’ye sunulan Ek 3’de yer verilen
tabloda başvurucunun …
tarihinde, … Sulh Ceza Hâkimliği tarafından “…” gerekçesiyle
tutuklandığı belirtilmiştir.
5. Söz konusu bilgiye
hiçbir itirazımız bulunmamaktadır. / Söz konusu bilgi gerçeği yansıtmamaktadır.
Zira başvurucu …
3.
Uzun Tutukluluktan Şikâyet Eden Başvurucuların Tutukluluk Süreleri - Tablo 3
(s. 88/p. 190-198)
6. Hükümet tarafından Mahkeme’ye sunulan Ek 4’de yer verilen
tabloda, başvurucunun ….
ay tutuklu kaldığı bilgisine yer verilmiştir.
7. Söz konusu bilgiye
hiçbir itirazımız bulunmamaktadır. / Söz konusu bilgi gerçeği yansıtmamaktadır.
Zira başvurucu …-… tarihleri arasında toplam … süre tutuklu kalmıştır.
4. Tutuklamanın Gözden Geçirilmesi Sırasında Hâkim Önüne Çıkarılmamaktan/Duruşma
Yapılmaksızın Tutukluluk Halinin İncelendiği Sürenin Uzunluğundan Şikâyet Eden
Başvurucular ve CMK’nın 141. Maddesi Kapsamında Tazminat Davası Açılıp
Açılmadığı - Tablo 4 (s. 90/p. 200-209)
8. Hükümet tarafından Mahkeme’ye sunulan
Ek 5’te yer verilen tabloda, başvurucunun tutukluluğunun duruşmasız incelendiği
sürenin … yıl … ay
olduğu, ayrıca Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 141. maddesi
yoluna başvurduğu ve
derdest olduğu/başvurmadığı bilgisine yer verilmiştir.
9. Söz konusu bilgiye
hiçbir itirazımız bulunmamaktadır. / Söz konusu bilgi gerçeği yansıtmamaktadır.
Zira başvurucunun tutukluluğu …-… tarihleri arasında toplam … süre duruşmasız
incelenmiştir./Başvurucunun CMK’nın 141. maddesi kapsamında açtığı dava, …
ilişkindir. Uzun süre hâkim önüne çıkarılmamasına ilişkin iç hukukta devam eden
hukuki bir süreç bulunmamaktadır.
5.
Soruşturma ve Kovuşturma Aşamalarında Başvuranların Tutukluluk Hallerinin
Gözden Geçirilmesine Dair Sayısal Veriler - Tablo 5 (s. 94/p. 210)
10.Hükümet tarafından Mahkeme’ye sunulan Ek 6’da yer verilen
tabloda, başvurucunun tutukluluğunun soruşturma aşamasında … kez, kovuşturma
aşamasında ise … kez
incelendiği bilgisine yer verilmiştir. Ancak söz konusu bilginin pratikte
hiçbir anlam ifade etmediğini belirtmek istiyoruz. Zira söz konusu tutukluluk
incelemelerinin zamanında yapılıp yapılmadığı, başvurucuya tebliğ edilip
edilmediği, başvurucunun tutukluluğa ya da tutukluluk halinin devamına dair
karara itiraz dilekçeleri hakkında bir karar verilip verilmediği, verilmiş ise
ne zaman verildiği gibi başvuruya konu şikâyetlere ilişkin önemli bilgileri
içermemektedir.
6.
Ceza İnfaz Kurumunda Kaldıkları Süre Boyunca Tutukluluk Kararlarının Tebliğ
Edilmediğinden Şikâyet Eden Başvuruculara Yapılan Tebligatlara Dair Sayısal
Veriler - Tablo 6 (s. 94/p. 211)
11. Hükümet tarafından Mahkeme’ye sunulan Ek 7’de yer verilen
tabloda, başvurucunun kaldığı ceza infaz kurumlarında … kez tebligat yapıldığı bilgisine yer
verilmiştir / kaç kez
tebligat yapıldığı bilgisine yer verilmemiştir.
12. Söz konusu tabloda, tebligatların hangi karara ilişkin
olduğu ve ne zaman yapıldığına ilişkin hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Hükümet
tarafından yalnızca rakamsal olarak tebligat sayıları belirtilmiştir. Ancak
buna dair herhangi bir belge sunulmamıştır.
7.
Hukuki Yardıma İlişkin Eksikliklerden Şikâyet Eden Başvurucuların Avukatlarıyla
Ceza İnfaz Kurumlarında Yaptıkları Görüşmelere Dair Sayısal Veriler - Tablo 7
(s. 95/p. 212-2014)
13.Hükümet tarafından
Mahkeme’ye sunulan Ek 8’de yer verilen tabloda, başvurucunun avukatıyla görüşme
sayısı ve süresine ilişkin hiçbir bilgiye yer verilmemiştir. / Hükümet tarafından Mahkeme’ye sunulan Ek 8’de yer
verilen tabloda, başvurucunun avukatıyla … kez, … saat süreyle görüşme
yaptığına ilişkin bilgiye yer verilmiştir.
14.Söz konusu bilgiye
hiçbir itirazımız bulunmamaktadır. / Söz konusu bilgi gerçeği yansıtmamaktadır.
Zira başvurucu …
15.Öncelikle
belirtmek gerekir ki başvurucu, avukatıyla görüşememekten değil, kameralı ve
infaz koruma memurunun duyabileceği ortamda görüştürülmekten şikâyet etmiştir.
8.
Başvurucuların Anayasa Mahkemesi Önünde İleri Sürmeksizin İlk Kez Mahkeme
Önünde Dile Getirdiği Şikâyetler - Tablo 8 (s. 96/ p. 215-218)
16.Hükümet tarafından Mahkeme’ye sunulan Ek 9’da yer verilen
tabloda, başvurucunun Mahkeme tarafından bildirilen şu şikâyetlere yer
verilmiştir:
“…”
17.Aynı tabloda, Anayasa Mahkemesi önünde ileri sürülmeyen
şikâyetler kısmı boş bırakılmıştır. Zira başvurucu tarafından Mahkeme önünde
ileri sürülen tüm şikâyetler Anayasa Mahkemesi önünde de ileri sürülmüştür. / Aynı tablonun Anayasa Mahkemesi
önünde ileri sürülmeyen şikâyetler kısmında ise, “….” yer verilmiştir.
18.Söz konusu bilgiye
hiçbir itirazımız bulunmamaktadır. / Söz konusu bilgi gerçeği yansıtmamaktadır.
Zira başvurucu, Mahkeme önünde dile getirdiği tüm şikâyetleri, en azından özü
itibariyle, Anayasa Mahkemesi önünde de ileri sürmüştür. Örneğin, …
19.
Burada önemle
ifade etmek isteriz ki, başvurucunun Başvuru Forum’unda yer verdiği uzun
tutukluluk başta olmak üzere çok sayıda şikâyet, Mahkeme tarafından hükümete
bildirilmemiştir. Ancak, komünikasyon mektubuyla hükümete yöneltilen sorular
başvurucunun neredeyse tüm şikâyetlerini kapsamaktadır. Bu nedenle, Mahkeme’den
başvurucunun bireysel başvuru formunda açıkça belirttiği aşağıdaki şikâyetler
çerçevesinde karar vermesini talep ediyoruz:
“…”
9.
Başvurucuların Mahkeme Önünde İleri Sürdükleri Şikâyetler İçin Tazminat Davası
Açıp Açmadıkları - Tablo 9 (s. 97-p. 221-222)
20. Hükümet tarafından
Mahkeme’ye sunulan Ek 10’da yer verilen tabloda, başvurucunun CMK 141. maddesi
yoluna başvurduğu ve davanın derdest olduğu bilgisine yer verilmiştir. / Hükümet tarafından Mahkeme’ye sunulan Ek 10’da yer
verilen tabloda, başvurucunun CMK 141. maddesi yoluna başvurmadığı bilgisine
yer verilmiştir.
21.Söz konusu bilgiye hiçbir
itirazımız bulunmamaktadır. / Söz konusu bilgi gerçeği yansıtmamaktadır. Zira
başvurucu, …
10.
Başvurucular Hakkında Düzenlenen İddianamelerde Dayanılan Deliller - Tablo 10
(s. 98/p. 223-224)
22. Hükümet tarafından Mahkeme’ye sunulan Ek 11’de yer
verilen tabloda, başvurucu hakkında iddianamede delil olarak dayanak gösterilen
hususlara yer verilmiştir.
23.Başvurucu haksız ve delilsiz tutukluluk başta olmak üzere
özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin şikâyetlerde bulunmuştur. Dolayısıyla
iddianamede dayanak gösterilen ve birçoğu daha sonra ağır ceza mahkemesince
hükme esas alınmayan hususların Mahkeme’ye bildirilmesinin somut başvuruya
hiçbir katkısı ve etkisi bulunmamaktadır. Zira başvurucu hâkimlik teminatına
dair usulü güvencelere riayet edilmeksizin ve hiçbir delil olmaksızın
tutuklanmıştır. İlk tutuklama anından sonra elde edilen ve delil olarak
gösterilen hususların söz konusu tutuklamayı hukuka uygun hale getirmesi mümkün
değildir. Başvurucunun dile getirdiği diğer şikâyetler yine haksız tutukluluk
çerçevesinde meydana gelen hak ihlalleridir. İddianame ya da hükümle hiçbir
ilgisi bulunmamaktadır.
11.
Başvurucular Hakkındaki Ceza Yargılamalarının Son Durumu - Tablo 11 (s. 98/p.
225-229)
24.Hükümet tarafından Mahkeme’ye sunulan Ek 12’de yer
verilen tabloda, başvurucu hakkındaki yargılamayı
yapan mahkeme, karar tarihi ve hüküm bilgilerine yer verilmiştir.
25.Yukarıda belirtildiği üzere başvurucu, haksız ve delilsiz
tutukluluk başta olmak üzere, özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin şikâyetlerde
bulunmuştur. Dolayısıyla, başvurucunun ilk derece mahkemesi tarafından mahkûm
edilmiş olmasının somut başvuruya hiçbir katkısı ve etkisi bulunmamaktadır.
Zira başvurucu hâkimlik teminatına dair usulü güvencelere riayet edilmeksizin
ve hiçbir delil olmaksızın tutuklanmıştır. İlk tutuklama anından sonra elde
edilen ve delil olarak gösterilen hususların söz konusu tutuklamayı hukuka
uygun hale getirmesi mümkün değildir.
12.
Anayasa Mahkemesi Önündeki Yargılamanın Uzunluğundan Şikâyet Eden
Başvurucuların Yaptığı Bireysel Başvuruların İncelenmesi İçin Anayasa Mahkemesi
Önünde Geçen Sürelere İlişkin Sayısal Veriler - Tablo 12 (s. 100/p. 230-234)
26.Hükümet tarafından
Mahkeme’ye sunulan Ek 13’te yer verilen tabloda, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru tarihi ve Anayasa Mahkemesi önünde
tutuklu geçen süreye ilişkin hiçbir bilgiye yer verilmemiştir. Zaten
başvurunun Anayasa Mahkemesi önünde geçen süreye ilişkin hiçbir şikâyeti
bulunmamaktadır. / Hükümet tarafından Mahkeme’ye
sunulan Ek 13’te yer verilen tabloda, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru tarihi ve Anayasa Mahkemesi önünde
tutuklu geçen süreye ilişkin bilgilere yer verilmiştir. Buna göre,
başvurucunun Anayasa Mahkemesi’ne başvuru tarihi …, Anayasa Mahkemesi önünde tutuklu geçirdiği süre ise … aydır.
27.Söz konusu bilgiye hiçbir itirazımız bulunmamaktadır. / Söz konusu bilgi
gerçeği yansıtmamaktadır. Zira başvurucunun Anayasa Mahkemesi’ne başvuru tarihi
…, tahliye/ağır ceza mahkemesinin hüküm tarihi …, dolayısıyla Anayasa Mahkemesi
önünde tutuklu geçirdiği süre …dır.
II. KABUL
EDİLEBİLİRLİK İLE İLGİLİ HÜKÜMET GÖRÜŞLERİNE KARŞI CEVAPLARIMIZ
1. CMK’nın 141. Maddesinde
Öngörülen Tazminat Yolunun Tüketilmediği İddiasına İlişkin Cevaplarımız (s.
232/p. 409-429)
28. Hükümet, AİHS 5/1 (c) anlamında haksız tutukluluk
iddiasıyla ilgili olarak başvurucuların CMK’nın 141. maddesinde öngörülen iç
hukuk yolunu tüketmeleri gerektiğini ileri sürmektedir. Ancak, pratikte bu
yolun haksız tutukluluk iddiaları ile ilgili başarı şansı sunan etkin bir iç
hukuk yolu olduğuna dair, teorik açıklamalar dışında, örnek hiçbir karar
göstermemiştir.
29.Hükümet, CMK m.
141’de düzenlenen tazminat yolunun pratikte işlediğini göstermek amacıyla, bir
kısım istatistiksel verilere yer vermiştir (p. 423 vd.). Ancak, ne dilekçe
ekinde sunulan tabloda, ne de bu paragrafta verilen örneklerde, söz konusu
tazminat davalarının beraat veya takipsizlik kararı sonrasında mı yoksa ceza
davası derdest iken mi açıldığını gösteren, dava açılma tarihleri gibi, detaylı
bilgiler sunulmamıştır.
30. 5271 Sayılı Kanun'un 142. maddesinin 1. fıkrasında "Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin
ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her halde karar veya hükümlerin
kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir"
hükmü yer almaktadır. Bu madde gereğince Yargıtay Ceza Dairesi’nin daha önceki
yerleşik içtihatları, yargılama sona ermeden önce tazminat yolunun
kullanılmasına olanak tanımamaktaydı. Yargıtay’ın içtihat değişikliği
sonrasında Anayasa Mahkemesi CMK’nın 141. maddesindeki kanun yoluna
başvurulabilmesi için asıl davanın sonuçlanması gerektiği şeklindeki yerleşik içtihadında
değişikliğe gitmiştir. İlk olarak 28/09/2016 tarihinde verdiği kararda
(2014/8515 No’lu Abdurrahman Ak başvurusunda) asıl davanın sonuçlanması
beklenmeden CMK 141. madde hükümlerine göre tazminat talep edilmesinin mümkün
olduğu belirtilerek, tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin iddianın
başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
vermiştir. Buna karşın, Yargıtay Ceza Dairesi’nin bu içtihadı henüz istikrar
kazanmamıştır. Bilindiği üzere Daire kararları, ilk derece ve istinaf
mahkemeleri için bağlayıcı nitelikte değildir. Bu nedenle ilk derece
mahkemeleri arasında uygulama birliği bulunmamaktadır.
31.Zaten hükümetin sunduğu veriler de bu istikrarsız
uygulama durumunu açıkça ortaya koymaktadır. Başvuranlar tarafından açılan 76
davanın 68’i halen derdesttir. Bunlardan 7’si ret edilmiştir. Ancak bunların
usulden mi, yoksa esastan mı reddedildiğine dair hükümet herhangi bir bilgi
vermemiştir. Sadece bir tanesinin talebi kabul edilerek, tazminat ödenmesine
karar verilmiştir. Buna karşın söz konusu başvurucu, ceza davası halen derdest
iken değil, beraat kararı kesinleştikten sonra tazminat davası açmıştır.
32.Dolayısıyla, hükümetin Mahkeme’ye sunduğu bu tek örnek de
ceza yargılaması veya soruşturması devam ederken CMK m. 141’deki tazminat
yolunun açılabileceği savına örnek teşkil etmemektedir. Hükümetin sunduğu bu
istatistiksel veriler, söz konusu yolun işleyen ve etkin bir yol olduğunu
kanıtlamaktan uzaktır.
33.Burada, hükümetin savının tam tersini ortaya koyan somut
kararlara değinmek istiyoruz. Başka bir ifadeyle, henüz yargılama süreci devam
ederken, başta uzun tutukluluk olmak üzere, özgürlük ve güvenlik hakkı
şikâyetleri için CMK’nın 141. maddesi kapsamında açılan tazminat davalarının
ilk derece mahkemeleri tarafından “asıl davanın sonuçlanmaması” gerekçesiyle
reddedildiğine dair bizzat
vekili olduğumuz uygulama örneklerine yer vermek istiyoruz:
34.Silivri Ağır Ceza Mahkemesi’nin 05/12/2019 tarihli ve
2019/672 Esas sayılı kararında “Davacı
hakkındaki davanın halen derdest olduğu, mahkumiyetine karar verildiği, dava
dilekçesinde belirtilen hususların devam eden yargılamayı etkilemek amacıyla
söz konusu davanın açıldığı, ileri sürülen sebeplerin CMK'nın 141.maddesinde
belirtilen şartları taşımadığı…” gerekçesiyle tazminat talebinin reddine
karar verilmiştir. Aynı kararda, "kötü niyetli olarak hala devam eden
yargılamaları etkilemek amacıyla" başvuru yapıldığı gerekçesiyle davacı
hakkında disiplin cezası da verilmiştir. Bakırköy 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nin
11/10/2019 tarihli ve 2019/489 Esas sayılı kararı ile “davanın CMK’nın 142/1 maddesindeki yasal düzenleme dikkate alındığında
dava açma şartı oluşmadığından” reddine karar verilmiştir. İstanbul 18.
Ağır Ceza Mahkemesi’nin 30/10/2019 tarihli ve 2019/496 Esas sayılı kararı ile “kesinleşmiş bir karar bulunmadığından ve
soruşturmanın halen devam etmekte olduğu anlaşıldığından” davanın reddine
karar verilmiştir. Bakırköy 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 27/11/2019 tarihli ve 2019/274
Esas sayılı kararı ile “dosyasının karara
çıkmadığı anlaşılmakla dava açma şartı gerçekleşmediğinden” davanın reddine
karar verilmiştir. İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 19/02/2019 tarihli ve
2019/492 Esas sayılı kararı ile “CMK’nın
141 ve devamı maddelerinde düzenlenen maddi ve manevi tazminat davasının,
tazminat koşullarının oluşmaması nedeniyle” reddine karar verilmiştir.
İstanbul Anadolu 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 25/12/2018 tarihli ve 2018/491 Esas
sayılı kararı ile “CMK.nun 141 ve 142
maddelerinde sayılan koşullarının bulunmadığı anlaşıldığından” davanın
reddine karar verilmiştir. İstanbul Anadolu 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin
07/11/2019 tarihli ve 2019/228 Esas sayılı kararı ile “CMK’nın 141. maddesinde düzenlenen tazminat isteme şartları oluşmadığından”
davanın reddine karar verilmiştir. Bursa 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 17/12/2019
tarihli ve 2019/629 Esas sayılı kararı ile “davacının
tutuklu kaldığı dosyanın henüz kesinleşmemiş sebebi ile koşulları
oluşmadığından” davanın reddine karar verilmiştir. Ankara Batı 2. Ağır Ceza
Mahkemesi’nin 25/02/2020 tarihli ve 2019/454 Esas sayılı kararı ile “yargılamanın devam ettiği, henüz
kesinleşmediği, bu nedenle dava şartı oluşmadığından” davanın reddine karar
verilmiştir. Bursa 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 24/01/2020 tarihli ve 2019/797
Esas sayılı kararı ile “henüz karar
verilip kesinleşmeyen dava dosyası hakkında açılan tazminat davasının CMK’nın
142/1 maddesi gereğince” reddine karar verilmiştir. Bursa 15. Ağır Ceza
Mahkemesi’nin 26/02/2020 tarihli ve 2019/241 Esas sayılı kararı ile “CMK’nın 142/1. Maddesi gereği kesinleşmiş
karar veya hüküm şartı gerçekleşmediğinden” davanın reddine karar
verilmiştir. Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 19/02/2020 tarihli ve 2020/85
Esas sayılı kararı ile “kararın henüz
kesinleşmediği, CMK’nın 141 ve devamı
maddeleri uyarınca maddi ve manevi tazminat talebi koşulları oluşmadığından”
davanın reddine karar verilmiştir. Kayseri 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin
26/02/2020 tarihli ve 2019/606 Esas sayılı kararı ile “koruma tedbirinin uygulandığı davanın sonuçlanmamış olması nedeniyle
CMK’nın 141 vd. maddeleri uyarınca tazminat talep şartları oluşmadığından”
davanın reddine karar verilmiştir. Balıkesir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin
25/06/2019 tarihli ve 2019/153 Esas sayılı kararı ile “sanık hakkında verilen kararın kesinleşmediği, CMK.nın 141.maddesi ve
devamı uyarınca tazminat şartları oluşmadığından” davanın reddine karar
verilmiştir (Bkz. Ek 1).
35.“FETÖ/PDY üyesi olmakla” suçlanan kişiler tarafından
açılan davalara ilişkin çok sayıdaki bu ve benzeri güncel kararlardan
anlaşıldığı üzere, hükümetin iddiasına ve aşağıda değinilecek olan Anayasa
Mahkemesi’nin içtihadına rağmen, CMK’nın 141. maddesi kapsamında açılan
tazminat davaları “kesinleşmiş karar bulunmadığı” gerekçesiyle ya da esaslı bir
inceleme yapılmaksızın yerel mahkemeler tarafından istikrarlı şekilde ret
edilmektedir.
36.Yukarıda da belirtildiği üzere, Yargıtay’ın ve Anayasa
Mahkemesi’nin yerleşik içtihadında CMK’nın 141. maddesindeki yasa yoluna
başvurulabilmesi için asıl davanın sonuçlanması gerektiği belirtilirken, daha
sonra bu içtihadında değişikliğe gidilerek, asıl davanın sonuçlanması
beklenmeden de bu madde hükümlerine göre tazminat talep edilmesinin mümkün
olduğu belirtilmiştir. Ancak, Mahkeme tarafından iç hukuk yolunun teoride
mevcut olmasının yanı sıra, uygulamada da etkin olup olmadığı denetlenmelidir.
Bu denetimde sadece yargı makamlarının içtihat değişikliği değil, olayların
geçtiği anda hâkim olan hukuksal ortam, ilk derece mahkemelerinin uygulamaları
ve mevcut politik koşullar da dikkate alınmalıdır.
37.Anayasa Mahkemesi’nin başvurucu hakkındaki kararında ve
hükümet görüşünde, “tutukluluğun makul süreyi aştığı” vb. şikâyetlere ilişkin,
yargılama devam ederken (ceza davası henüz kesinleşmeden) ilk derece
mahkemeleri tarafından verilmiş ve Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiş bir
karar (somut uygulama örneği) gösterilmemiştir. Aksine hükümetin savının tam
tersini ortaya koyan, başka bir ifadeyle henüz yargılama süreci devam ederken
CMK’nın 141. maddesi kapsamında açılan tazminat davalarının ilk derece mahkemeleri
tarafından reddedildiğine dair bizzat vekili olduğumuz davalara ilişkin somut çok sayıda karara
yukarıda yer verilmiştir.
38.Ayrıca belirtmek gerekir ki, CMK'nın 141. maddesi,
tutukluluğa son vermeyi gerektirecek nitelikte etkili bir hukuk yolu da değildir.
Bu madde gereğince ilgili kişi hakkında ilk derece mahkemesi tarafından
tazminata hükmedilse bile, söz konusu hükmün, yargılamayı yapan aynı derecedeki
ilk derece mahkemesi açısından bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Diğer bir
ifadeyle, CMK'nın 141. maddesi kapsamında hükmedilen tazminat, ilgili kişinin
tutukluluğuna son vermemektedir.
39.Bu nedenle bireysel başvuruya konu ihlalin yapıldığı
tarihte ve halen CMK'nın 141. maddesinin uygulanabilirliğinin bulunmaması, bu
maddenin ilgili kişinin tutukluluğuna son vermeyi sağlayacak nitelikte etkili
bir hukuk yolu olmaması ve Anayasa Mahkemesi’nin içtihat değişikliğine ilişkin
kararı sonrasında CMK'nın 141. maddesinde öngörülen 3 aylık yasal sürenin
geçmiş olması nedenleriyle söz konusu iç hukuk yoluna başvuru imkânı ortadan
kalkmıştır.
40.Diğer taraftan, çok sayıda Anayasa Mahkemesi kararında
atıf yapılan Erkam Abdurrahman Ak ve İrfan Gerçek başvurularında yer verilen
Yargıtay içtihatlarının tamamı, Ceza Genel Kurulu kararlarının aksine, ilk
derece mahkemeleri için doğrudan bağlayıcı olmayan “daire” kararlarıdır.
Ayrıca, Yargıtay’ın ilgili dairelerinin bozma kararlarından sonra ilk derece
mahkemeleri tarafından nasıl bir karar verildiğine, başka bir ifadeyle bozma
kararlarına uyulup uyulmadığına ve uyulmuş ise söz konusu yargısal süreçlerin kesinleşip
kesinleşmediğine yer verilmemiştir.
41.Başka bir ifadeyle, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında
yer verdiği yakın tarihli Yargıtay içtihatları henüz yerleşmiş içtihatlar
değildir. Yargıtay'ın ilgili dairesinin bu konudaki kararları Dairenin kendisi için
bağlayıcı olmadığı gibi, ilk derece ve istinaf mahkemeleri için de bağlayıcı
değildir. Üstelik Anayasa Mahkemesi'nin atıfta bulunduğu Yargıtay
içtihatlarında başarı şansını elde etmiş ve yargılaması halen devam ederken
davacı lehine tazminata hükmedilerek kesinleşmiş hiçbir örnek karar
bulunmamaktadır. Dolayısıyla, CMK m. 141'de öngörülen yolun kesinleşmemiş
dosyalar bakımından etkin bir yol olmadığına ilişkin sistematik sorun halen
devam etmektedir.
42.Son yıllarda, özellikle 15 Temmuz 2016 tarihi sonrasında,
Türkiye'de yargı bağımsızlığının geldiği alarm verici kötü durum göz önüne
alındığında, FETÖ/PDY davalarına ilişkin tazminat konusunda karar verecek ağır
ceza mahkemeleri ve istinaf mahkemelerinin bağımsız bir şekilde inceleme yapıp,
davacı lehine tazminata hükmetmesi pratikte mümkün görünmemektedir. Söz konusu
iç hukuk yolunun, özellikle 15 Temmuz 2016 sonrasında devam eden yargılamalar
açısından pratikte işleyen ve başarı şansı sunan etkin bir iç hukuk yolu
olduğunu örnek kararlarla kanıtlamak hükümete düşmektedir.
43.Daha açık bir ifadeyle, CMK m. 141’de düzenlenen yolun
etkin ve tüketilmesi gereken bir yol olduğunun kabul edilebilmesi için,
hükümetin 15 Temmuz 2016’dan sonra FETO/PDY üyeliği suçlamasıyla tutuklanmış
herhangi bir şahıs hakkında soruşturma ya da yargılama devam ederken başarı
şansı bulmuş en azından bir tane uygulama örneği sunmuş olması gerekirdi. Ancak
hükümet bu yükümlülüğü yerine getir(e)memiştir.
44.Sonuç olarak,
hükümetin CMK m. 141’de düzenlenen tazminat yolunun bu başvuru kapsamında ileri
sürülen şikâyetler bakımından tüketilmesi gereken bir yol olduğu iddiası açıkça
dayanaktan yoksundur. Belirtilen şikâyetler açısından Anayasa Mahkemesi’nin ve
hükümetin “başvuru yollarının tüketilmediği” gerekçesinin yerinde olmadığını
belirmek isteriz.
2. Mahkeme Önünde İleri
Sürülen Şikâyetler Açısından Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru Yolunun
Tüketilmediği İddiasına İlişkin Cevaplarımız (s. 239/p. 430-440)
45.Yukarıda da belirtildiği üzere, başvurucu
tarafından Mahkeme önünde ileri sürülen tüm şikâyetler, Anayasa Mahkemesi
önünde de ileri sürülmüştür. Zira hükümet tarafından Mahkeme’ye sunulan Ek 9’da
yer verilen tabloda, Anayasa Mahkemesi
önünde ileri sürülmeyen şikâyetler kısmı boş bırakılmıştır. Dolayısıyla,
başvurucunun iç hukukta en azından özü itibariyle öne sürmediği hiçbir şikâyet
bulunmamaktadır.
3. Mağdur Statüsünün
Bulunmadığı İddiasına İlişkin Cevaplarımız (s. 242/p. 441-447)
46.Başvurucu,
Sözleşme’nin 5. maddesi ile tanınan “özgürlük ve güvenlik hakkının” aleyhine
başvuru yapılan devlet tarafından ihlal edilmesinden dolayı doğrudan mağdur
olmuştur. Ancak şu ana kadar, Mahkeme önünde ileri sürdüğü şikâyetlere ilişkin
iç hukukta başvurucu lehine herhangi bir karar verilmemiş ve başvurucuya henüz
hiçbir tazminat ödenmemiştir. Dolayısıyla, başvurucunun mağdur statüsü halen
devam etmektedir.
4. Başvuru Hakkının Kötüye
Kullanıldığı İddiasına İlişkin Cevaplarımız (s. 245/p. 448-459)
47. Başvurucu
Anayasa Mahkemesi’ne ve sonrasında Mahkeme’ye yaptığı bireysel başvurularda tüm
bilgilere doğru şekilde vermiştir. Hiçbir bilgiyi Mahkeme’den saklamamıştır.
Dolayısıyla, başvurucunun başvuru yolunu kötüye kullanması söz konusu değildir.
48. Sonuç
olarak, her ne kadar hükümet tüm başvuranlar bakımından genelleyici bir ifade
ile, gelişmelerden Mahkeme’yi bildirme yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri
sürmüş ise de, bu iddiasının başvurucu açısından hiçbir geçerliliği
bulunmamaktadır. Zira hükümet, bu iddiasını destekleyecek somut hiçbir bilgi ve
belgeye yer vermemiştir
5. Sözleşme’nin 35 § 2 (b)
Maddesi Kapsamındaki İtirazlara İlişkin Cevaplarımız (s. 250/p. 460-464)
49.Başvurucu,
Mahkeme’ye ya da uluslararası diğer bir soruşturma veya çözüm merciine bu
başvuruya konu somut olay ve olgulara ilişkin hiçbir başvuruda bulunmamıştır. /
Başvurucunun Birleşmiş Milletler
İnsan Hakları Komitesi’ne/Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’na yapmış olduğu
başvurunun, somut başvuruya konu olay ve olgularla hiçbir ilgisi
bulunmamaktadır. Söz konusu başvuru … ilişkindir.
III. MAHKEME TARAFINDAN YÖNELTİLEN SORULARA İLİŞKİN HÜKÜMET GÖRÜŞLERİNE
KARŞI CEVAPLARIMIZ
1. İç Hukukta Hâkimlere
Tanınan Usulü Güvencelere Aykırı Şekilde Tutuklamaya İlişkin Şikâyet Hakkındaki
Hükümet Görüşüne Karşı Cevaplarımız (s. 251/p. 465-605)
50.Hükümet,
olay tarihinde hâkim/savcı olan tüm başvurucuların kişisel suç niteliğinde olan
silahlı terör örgütü üyesi olmakla suçlandıklarını ve bu suçun soruşturmasının
2802 sayılı Kanun’un 93. maddesi uyarınca genel hükümlere tabi olduğunu ileri
sürmektedir.
51.15
Temmuz 2016 günü akşam saatlerinde gerçekleşen darbe teşebbüsünün hemen
ardından, hatta olay henüz tam olarak bastırılamamışken, 16 Temmuz günü öğle
saatlerinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun da
aralarında bulunduğu yaklaşık 3.000 yargı mensubu hakkında gözaltı kararı
verilmiştir. Bu kişilerin çok büyük çoğunluğu, sonraki birkaç gün içerisinde
gözaltına alınmışlardır. Bu kişilere “Anayasal Düzeni Zorla Ortadan Kaldırmaya
Teşebbüs Etme” ve “Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma” suçlamaları yöneltilmiştir.
Bazıları her iki suçtan, bazıları ise yalnızca tek suçtan tutuklanmışlardır.
Sonraki süreçte, “Anayasal Düzeni Zorla Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme”
suçundan tüm başvurucular açısından “Ek Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar”
verilmiştir (Bazıları hakkında savcıların ihmali nedeniyle söz konusu karar
verilmeksizin sadece örgüt üyesi olma suçundan dava açılmıştır).
52.Başvurucu
gözaltına alındığı ve tutuklandığı sırada bir yargı mensubu olarak görev
yapmaktaydı. Ancak, Anayasa ve 2802 sayılı Kanun başta olmak üzere yasalarla
güvence altına alınan yargı yerine ve "hâkimlik teminatına" ilişkin
hiçbir usulü korumaya uyulmamıştır. Başvurucu, 2802 sayılı Kanun'un 94.
maddesindeki "ağır cezalık suçüstü
hali" koşulları oluşmaksızın, yetkisiz ve görevsiz hâkimlik tarafından
tutuklanmıştır.
53.2802
sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 88. maddesinde “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlleri dışında suç
işlediği ileri sürülen hâkim ve savcılar yakalanamaz, üzerleri ve konutları
aranamaz, sorguya çekilemez” hükmü bulunmaktadır. Görüldüğü üzere, hâkim ve
savcıların gerek 2802 sayılı Kanun’un 93. maddesi kapsamında işledikleri “kişisel suçlar”, gerekse de aynı
Kanun’un 82 ve 89. maddeleri kapsamında “görevden
doğan veya görev sırasında” işledikleri suçlardan gözaltına alınabilmeleri
ve tutuklanabilmeleri için “ağır ceza
mahkemesinin görevine giren suçüstü halinin” bulunması gerekmektedir.
54.CMK’nın
2/1-j. maddesinde “suçüstü halinin”
tanımı yapılmıştır. Buna göre suçüstü hali, “işlenmekte olan suçu; henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden
hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek
yakalanan kişinin işlediği suçu ya da fiilin pek az önce işlendiğini gösteren
eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu” kapsamaktadır. Buradaki
tanımdan suçüstü hali için icrai bir eylemle işlenmekte olan veya çok az önce
işlenmiş bir suçun bulunması gerektiği anlaşılmaktadır.
55.Dava
dosyasından, başvurucunun darbe girişiminde bulunan askerlerle fikir ve eylem
birliği içerisinde hareket ettiğine ve silahlı terör örgütüne üye olma suçunu
işlediğine ilişkin “suçüstü halinin”
varlığının kabulünü gerektirecek hiçbir bilgi ve belgenin, hatta savcılık
makamının somut bir iddiasının dahi bulunmadığı görülmektedir. Başvurucuya isnat edilen silahlı
terör örgütü üyesi olma suçunun delili olarak sunulan Bylock uygulamasını
kullandığı iddiası ve itirafçı/tanık beyanları, başvurucunun tutuklandığı
tarihten çok öncesine ilişkindir. Dolayısıyla, silahlı terör örgütü
üyesi olma suçu yönünden de “ağır cezalık
suçüstü halinin” varlığını gerektirecek somut bilgi, belge ve iddianın dahi
bulunmadığı dava dosyasından açıkça anlaşılmaktadır.
56.Başvurucu, kim tarafından ve hangi
kriterlere göre hazırlandığı belli olmayan listede adı yer aldığı için Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır.
Tutuklandığında terör örgütü üyeliği suçlamasının maddi ve manevi unsurlarından
herhangi birine dair en küçük bir olay ya da olgu bulunmamaktaydı. Daha sonra
dosyaya giren ve delil olarak gösterilen ancak başvurucunun tutarlı şekilde tüm
aşamalarda reddettiği Bylock
iddiası ve itirafçı/tanık beyanları başvurucunun gözaltına alındığı ve
tutuklandığı sırada mevcut değildir. Bylock kullanma iddiasına ilişkin veriler
2015 yılına uzanmaktadır. Yine
itirafçı/tanık beyanları da 15 Temmuz 2016 tarihinden çok öncesine dairdir.
Dolayısıyla başvurucu, önce suçüstü şartları olmaksızın ve delilsiz
tutuklanmış, daha sonra tutuklama işlemi meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.
57.Bu
bağlamda, başvurucu hakkında yetkisiz ve görevsiz mahkemeler tarafından
tutuklama kararı ve tutukluluk halinin devamı kararları verilmiştir. Suçüstü
hali mevcut olmadığından 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesine göre (genel
hükümlere göre) Sulh Ceza Hâkimlikleri tarafından tutuklama ve tutukluluk
halinin devamı kararları verilebilmesi mümkün değildir. Ancak başvuruya konu
somut olayda, açıkça bu hükme aykırı hareket edilmiştir.
58.Mahkeme,
benzer nitelikteki Alparslan Altan ve Hakan Baş başvurularına ilişkin
kararlarında, hâkimlik/savcılık mesleğinden kaynaklanan güvencelere riayet
edilmediği gerekçesiyle tutuklama tedbirinin “kanuna uygun olmadığı” sonucuna varmıştır. Mahkeme, belirtilen
kararda, hükûmetin suçüstü hali bulunduğu ve kişisel suçların soruşturulması ve
başvurucunun tutuklanması için özel bir usul gerekmediği yönündeki görüşünü
kabul etmemiştir. Yargıtay dâhil olmak üzere, iç hukuktaki yargı mercilerin
darbe teşebbüsünden sonra tutuklanan yargı mensupları hakkında ağır cezalık
suçüstü hâlinin bulunduğu yönündeki değerlendirmelerinin, “hâkim teminatını”
ortadan kaldırdığını vurgulamıştır.
59.Özetle
Mahkeme, Alparslan Altan ve Hakan Baş kararlarında, Türk mahkemelerinin suçüstü
kavramına yönelik uygulamalarının Sözleşme hükümlerine uygun olmadığı, sadece
2802 sayılı Kanun’un 94. maddesine atıfta bulunulmasının başvurucunun
tutukluluğunu Sözleşme’nin 5/1. maddesine uygun hale getirmeyeceği sonucuna
varmıştır.
60. Somut
davanın koşulları dikkate alındığında, adı geçen başvurularla aynı nitelikte
olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, Mahkeme’nin söz konusu içtihadından
ayrılmasını gerektirecek bir neden bulunmadığı kanaatindeyiz.
61.Sonuç
olarak, bahsi geçen tarihte bir yargı mensubu olan başvurucu, “suçüstü” koşulları oluşmadığı halde bu
kavram, isnat edilen suçlar açısından keyfi ve öngörülemez şekilde yorumlanarak
ve usulü güvencelere riayet edilmeksizin gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır.
Bu şekilde, yargıya müdahalenin önlenmesi ve böylece yargı bağımsızlığının
temini amacıyla tanınan “hâkimlik
teminatı” fiilen etkisiz hale getirilmiştir.
62.Diğer
taraftan hükümet, 15 Temmuz 2016 sonrası Sözleşme’nin Türk Hükümeti tarafından
askıya alındığını ve bu nedenle başvurucuların usulü güvencelere riayet
edilmeksizin tutuklanmalarının meşru bir durum olduğunu ve dolayısıyla
başvurunun bu kısmının kabul edilemez bulunması gerektiğini savunmaktadır.
63.Hükümetin bu savını Mahkeme, Alparslan Altan
ve Hakan Baş kararlarında incelemiştir. Suçüstü kavramının aşırı geniş
yorumunun, olağanüstü hale uygun bir karşılık olarak görülemeyeceğini değerlendirmiştir.
Mahkeme’ye göre aksi bir yorum, hem hukuki belirlilik ilkesine aykırılık
oluşturacak, hem de yürütmenin müdahalesinden korumak için yargı mensuplarına
sağlanan usulü güvenceleri etkisiz hale getirecektir.
64.Hükümet,
Mahkeme’nin bu görüşünden ayrılmasını gerektirir yeni bir argüman ortaya
koyamamıştır. Böyle bir içtihat değişikliğini gerektirecek yeni bir olay ya da
olgu da mevcut değildir. Dolayısıyla, hükümetin bu savının reddedilmesi
gerektiğini düşünüyoruz.
2. Tutuklama İçin Makul
Nedenler Bulunmadığına Dair Şikâyet Hakkındaki Hükümet Görüşlerine Karşı
Cevaplarımız (s. 302/p. 606-691)
65.Başvurucu,
gözaltı ve tutuklama tedbirinin ön şartı ve en önemli dayanağı olan “kuvvetli
suç şüphesinin varlığını gösteren somut hiçbir delil” olmaksızın, “keyfi
şekilde” gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. Zira başvurucunun gözaltına
alındığı ve tutuklandığı sırada, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın ekli
listede ismi bulunanların "tutuklanmalarının sağlanmasını" isteyen
yazısı dışında, dosyada hiçbir belge bulunmamaktaydı. Soruşturmanın
başlangıcında ve sonraki aşamalarında tutukluluğun devamını haklı kılacak
hukuken geçerli hiçbir delil ortaya konulmamıştır.
66.CMK’nın
91/2. maddesi gereğince, bir kişinin gözaltına alınabilmesi için üzerine atılı
“suçu işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığı ve bu tedbirin
zorunlu (mutlak gerekli) olması” şarttır. Aynı Kanun’un 100/1. maddesinde “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
somut delillerin (ve bir tutuklama nedeninin) bulunması” tutuklama
tedbirinin ön şartı olarak sayılmıştır. Tutuklama nedeninin var sayıldığı
haller, aynı maddenin 2. fıkrasında belirlenmiştir. Anayasa'nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasında ise, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin,
ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek
maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen
diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır.
67.Anayasa
Mahkemesi’ne göre, “bir kişinin
tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti
bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur.
Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle
desteklenmesi gerekir” (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061,
8/4/2015, p. 78).
68.Yerleşik
AİHM kararlarına göre, objektif bir gözlemciyi şüphelinin isnat edilen suçu
işlemiş olabileceğine ikna edecek olay veya bilgi ve belgelerin varlığı halinde
“makul şüphenin” bulunduğu varsayılır (Fox, Campbell ve Hartley-Birleşik
Krallık, 30/08/1990, p. 32 ve 34; Erdagöz-Türkiye, p. 51).
69.Diğer
taraftan, soruşturmanın başlangıcında tutuklama nedenlerinin var olduğu kabul
edilse bile, aradan geçen süre dikkate alındığında, artık bu nedenlerin ortadan
kalktığı kabul edilmelidir. Başka bir ifadeyle, soruşturma ilerledikçe
tutukluluk halinin devamına karar verilebilmesi için daha kuvvetli delil
bulunmalıdır. Şüphelinin suç işlediğine dair makul şüphenin devam ediyor
olması, tutuklamanın devamı açısından önkoşuldur. Ancak, tutuklamanın üzerinden
belirli bir zaman geçmesiyle bu artık tek başına yeterli değildir. Bu nedenle,
özgürlükten yoksun kılacak başka sebeplerin (temellerin) varlığı da ortaya
konulmalıdır (McKay-Birleşik Krallık, 03.10.2006, p. 45; Yağcı ve Sargın-Türkiye,
p. 52; Letellier-Fransa, 26.06.1991, p. 35-36; W.-İsviçre, 26.01.1993, p. 30;
Becciev-Moldova, 04.10.2005, p. 53).
70.Başvurucu
hakkında soruşturmanın başlangıcında hiçbir delil bulunmadığı gibi, daha
sonraki aşamalarda da tutukluluğun devamını haklı kılacak hukuken geçerli bir
delil ortaya konulmamıştır. Gözaltı ve tutuklama tedbirinin ön şartı ve en
önemli dayanağı olan “kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren somut hiçbir delil” olmaksızın, kanuna açıkça
aykırı olarak, “haksız ve keyfi bir
şekilde” gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır.
71.HSK’nın
görevden uzaklaştırma kararında, başvurucuya isnat edilen suça ilişkin herhangi
bir delille ilişkilendirilme yapılmadan, sadece 2745 hâkim/savcının ismine yer
verildiği ve kuvvetli suç şüphesini gerektirecek hiçbir somut (bilgi ve
belgeye) delile atıf yapılmadığı görülmektedir. Bu nedenle, HSK’nın idari
nitelikteki açığa alma kararının ve Cumhuriyet başsavcılığı tarafından
başvurucu hakkında başlatılan adli soruşturmaya dayanak teşkil eden Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ekli listede adı bulunan binlerce (2745)
hâkim/savcının yakalanmalarını, gözaltına alınmalarını; ikametlerinde,
adliyedeki odalarında ve araçlarında arama yapılmasını ve hatta
“tutuklanmalarının sağlanmasını” isteyen yazısının, “kişinin suçu işlediği
şüphesini gösteren somut delil” olarak kabul edilemeyeceği açıktır.
72.Sonuç olarak başvurucu hakkında, hiçbir delil
olmaksızın, “keyfi bir şekilde” gözaltı ve tutuklama kararları verilmiştir.
2.a. Bylock Mesajlaşma Uygulamasına ve Tanık
Beyanlarına Dayanılarak Tutuklamaya Dair Hükümet Görüşlerine Karşı Cevaplarımız
(s. 321/p. 658-664, ayrıca p. 328-335 ve 391-393)
73.Yukarıda da belirtildiği üzere başvurucu,
soruşturma aşamasında somut hiçbir gerekçe ve delile dayanılmaksızın soyut
ifadelerle tutuklanmıştır. Aynı şekilde, tutukluluk halinin devamına dair
kararlar verilmiş ve bu kararlara karşı yapılan itirazlar da reddedilmiştir.
74.AİHS’in
5. maddesine göre, özgürlükten yoksun bırakma tedbirinin hukuka uygun
sayılabilmesi için, “objektif bir gözlemciyi ikna edecek” delil ya da
delillerin hem özgürlükten yoksun bırakma kararının verilmesi aşamasında, hem
de bu kararın uygulanması aşamasında bulunması gerekir. Hukukun üstünlüğüne
bağlı demokratik bir toplumda, keyfi şekilde verilen herhangi bir özgürlükten
yoksun bırakma tedbiri, sonradan hukuka uygun hale getirilemez. Zira 5.
maddenin en önemli amacı, kişilerin keyfi ya da gerekçelendirilmemiş şekilde
özgürlüklerinden yoksun bırakılmalarını önlemektir (McKay - Birleşik Krallık
[BD], par. 30).
75.Anayasa
Mahkemesi’nin başvurucu hakkındaki kabul edilmezlik kararında, tutuklama için
kuvvetli belirtinin “ilk tutma” anından itibaren bulunması gerektiği
belirtilmiştir. Buna karşın, “iddianameden başvurucunun ‘ByLock’ uygulamasının
kullanıcısı” olduğundan bahisle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu
sonucuna ulaşmıştır.
76.Önemle
belirtmek isteriz ki, Bylock uygulamasına ilişkin tespit tutanağı ilk tutuklama
tarihinden yaklaşık … ay sonra (… tarihinde) dosyaya konulmuştur. Dolayısıyla,
iddianameye atıfla başvurucunun Bylock isimli uygulamayı kullandığını kabul
etmek ve bu şekilde ilk tutuklama ve sonrasında geçen yaklaşık … aylık süreyi
de haklı (meşru) kabul etmek Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararlarına ve AİHM
içtihatlarına bariz şekilde aykırıdır. Kaldı ki, hukuka aykırı şekilde elde
edilen bir delilin tutuklama ve tutukluluk halinin devamı için gerekçe
olamayacağı da açıktır.
77.Bu
noktada, ilk tutuklama kararı ve aylarca tutukluluk halinin devamına karar
verildikten sonra soruşturma dosyasına giren ve bu tarihten sonra zaman zaman
tutukluluk halinin devamı kararlarına gerekçe olarak gösterilen Bylock
uygulamasının ve itirafçı/tanık beyanının hukuka uygunluğu ve tutuklama nedeni
olamayacağına dair açıklamalarda bulunmak istiyoruz:
78.Bazı
tutukluluk halinin devamına dair kararlara dayanak olarak gösterilen ve
başvurucunun asla kabul etmediği Bylock isimli uygulamayı kullandığına ilişkin
iddianın “kişinin suçu işlediği şüphesini
gösteren somut delil” olarak kabul edilemeyeceği ve hukuka aykırı şekilde
elde edilmesi nedeniyle tutuklama gerekçesi yapılamayacağı hususunda ayrıntılı
açıklama yapma zorunluluğu bulunmaktadır.
79.Bylock’a
ilişkin veriler, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından ele geçirilerek
adli mercilere gönderilmiştir. Ayrıca, yine MİT tarafından “Bylock Uygulaması
Teknik Raporu”[1]
hazırlanmıştır.
80. Anayasanın
38/6. maddesine ve CMK’nın 206, 217 ve 289. maddelerine göre, “Kanuna aykırı elde edilmiş bulgular, delil
olarak kabul edilemez”.
81. MİT
Teknik Raporu ve yargı kararlarına da yansıdığı üzere, Bylock uygulaması sesli
arama, e-posta iletimi, yazılı mesaj ve dosya transferine imkân veren 2014 yılı
Nisan ayından 2016 yılı Şubat ayı sonlarına kadar hizmet veren bir haberleşme
aracıdır. Google PlayStore ve Apple AppStore uygulama mağazalarından
indirilebilen, hâlâ da APK dosyası şeklinde çeşitli açık depolarda bulunan tüm
dünyaya açık bir uygulamadır. MİT Teknik Raporu’na göre 215 bin, Google
PlayStore ve Apple AppStore mağazalarındaki verilere göre yaklaşık 600 bin
kullanıcısı bulunmaktadır. Yargı makamlarınca kabul gören olguya göre, ByLock
uygulaması kötü amaçlı kişilerce kendi haberleşme amaçları için geliştirilmiş,
ancak aynı zamanda herkese açık bir hizmet olarak da sunulmuştur. Dolayısıyla
kötü amaçlı kişilerce işletildiği ortaya çıkan bir bilgi işlem sisteminde,
uygulamanın herkese açık bir hizmet olarak da sunulması nedeniyle herhangi bir
kimse adına kayıt açılması ve uygulamanın kullanılması olasıdır. Ceza hukukunda
olasılıklar üzerinden kimsenin tutuklanamayacağı (ve mahkûm edilemeyeceği)
açıktır.
82.Bu
bağlamda, başvurucunun Bylock haberleşme programını kullandığına ilişkin
iddianın ispat edilmesi ve bu ispatın “silahlı terör örgütüne üye olma” suçunun
delili olarak sayılabilmesi için dava dosyasında şu bilgilerin yer alması
gerekmektedir: Bu programla hangi kişilerle görüşüldüğü ve görüşme
içeriklerinin tespit edilmesi, görüşme içeriklerinin
silahlı terör örgütü üyeliği kapsamında kabul edilebilecek içeriklere sahip
olup olmadığının belirlenmesi, örgütsel hiyerarşinin ortaya konularak
şüphelinin/sanığın kimlerden emir ve talimat aldığı ve kimlere talimat
verdiğinin belirlenmesi gerekmektedir. Dava dosyasında başvurucu hakkında
yukarıda belirtilen hususlara ilişkin hiçbir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bu
nedenle, başvurucunun söz konusu uygulamayı kullandığı iddiasının “kuvvetli suç
şüphesi” olarak kabul edilerek tutuklama ve tutukluluk halinin devamı
kararlarına gerekçe yapılması hukuken mümkün değildir.
83.Başka
bir ifadeyle Anayasa Mahkemesi, Bylock uygulamasını kullandıkları gerekçesiyle,
hatta bu tespit ilk tutuklama kararından çok sonra yapılsa bile, haksız
tutukluluk şikâyetlerini içeren başvuruları açıkça dayanaktan yoksun oldukları
gerekçesiyle ret etmektedir. Oysaki AİHM, gerek eski gerekse de güncel
kararlarında ilk tutuklama anında tutuklama için yeterli ve ikna edici delil
bulunması gerektiğini belirtmektedir. Buna karşın Anayasa Mahkemesi, salt
Bylock kullanıldığı iddiasını tutuklama için meşru neden olarak görmektedir.
Hâlbuki tutuklama için makul (yeterli) şüphe oluştuğunun kabulü için öncelikle
yazışma içeriklerinin tespiti gereklidir. Dahası bu içeriklerde suç unsuru
bulunması şarttır. Zira söz konusu uygulama Google Play, App Store ve APK
sitelerinden yüzbinlerce kişi tarafından ücretsiz olarak indirilebilmiştir.
84.Bylock’a
ilişkin veriler istihbari çalışmalar sonucunda elde edilmiştir. Bu verilerin
MİT tarafından istihbari çalışmalar çerçevesinde ele geçirildiği hususunda
herhangi bir şüphe yoktur. Nitekim MİT'in internet sitesinde 06/04/2017
tarihinde yaptığı basın açıklamasında, “istihbari
çalışmalar neticesinde elde edilen Bylock’a ilişkin tespitler Mayıs 2016
tarihinden itibaren çalışmaya konu ham verilerle birlikte adli makamlar,
güvenlik birimleri ve diğer ilgili makamlarla eş zamanlı olarak paylaşılmıştır”
denilerek bu husus açıkça ifade edilmiştir. Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin
27/02/2018 tarihli, 2017/3549 Esas ve 2018/505 Karar sayılı kararında da benzer
bir belgenin istihbari nitelikte olduğu kabul edilmiştir. Dava dosyalarına
giren çok sayıda belgede de bu husus açıkça yazmaktadır.
85.Diğer
taraftan, Bylock'a ilişkin verilerin istihbari mahiyette olduğu ve hukuki delil
niteliği taşımadığı kolluk kuvvetleri tarafından mahkemelere gönderilen
müzekkerelerde de açıkça ifade edilmiştir. Örneğin Emniyet Genel Müdürlüğü’nün
30/11/2016 tarihinde Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2015/382 Esas sayılı
dava dosyasına gönderdiği belgede, “yapılan
çalışmalar neticesinde hazırlanan istihbari bilgiler, talep eden makamın
takdirinde olup alınacak kararlarla ilgili hukuki, mali ve idari sorumluluk
talep eden makama aittir ve bilmesi gerekenlerden başkasına açıklanmaması
gerekmektedir. Ayrıca başkanlığımız çalışmalarında elde edilen bu bilgiler
Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun Ek 7. Maddesi kapsamında ve istihbari
mahiyette olup hukuki delil niteliği taşımamaktadır” denilmektedir.
86.İstihbari
olarak toplanan bilgilerin, istihbari amaç dışında kullanılamayacağı MİT
Kanunu'nun 6. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddede, “Bu madde hükümlerine göre yürütülen faaliyetler çerçevesinde elde
edilen kayıtlar bu kanunda belirtilen amaçlar dışında kullanılamaz” hükmü
yer almaktadır. İstihbari çalışmalar neticesinde elde edilen verilerin delil
olarak kullanılamayacağı, MİT Kanunu'nun 6. maddesi dışında, 2559 sayılı
PVSK'nın Ek 7. ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat Kanunu’nun Ek 5. maddelerinde
de ayrıca belirtilmiştir. Bu verilerin delil olarak kullanılabileceğine ilişkin
bir istisna da bulunmamaktadır.
87.Görüldüğü
üzere, başvurucu hakkındaki bazı tutukluluk halinin devamına dair kararlara
gerekçe yapılan Bylock’a ilişkin belge istihbari çalışmalar sonucunda elde
edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, 09/01/2014 tarihli ve 2013/533 sayılı kararında
“istihbari nitelikte olan bu bilgiler hukuki bir delil olarak kullanılamaz”
ibareli MİT belgesinin adli dosyaya konularak alenileştirilmesinin Anayasaya
aykırı olduğuna karar vermiştir. Dolayısıyla, istihbari bilgilerin tutuklama
kararına gerekçe yapılması bir yana, adli dosyada bulundurulmasının dahi hukuka
aykırılık teşkil ettiği ve Anayasayı ihlal anlamına geldiği kabul edilmiştir.
İstihbari çalışmalar neticesinde elde edilen bir belgeye istinaden başvurucu
hakkında çok sayıda tutukluluk halinin devamına dair karar verilmiştir.
İstihbari nitelikteki bir belgenin “kuvvetli suç şüphesi” kapsamında
değerlendirilerek tutuklama kararına ve tutukluluk halinin devamına dair
kararlara gerekçe yapılması hukuken mümkün değildir. Zira bu gerekçe, MİT
Kanunu'nun 6. maddesi, 2559 sayılı PVSK'nın Ek 7. ve 2803 sayılı Jandarma
Teşkilat Kanunu’nun Ek 5. maddesi ile Anayasa’nın 19. maddesine açıkça
aykırıdır.
88.Özetle;
MİT tarafından yasal dayanak olarak gösterilen MİT Kanunu’nun 6. maddesinde
belirtildiği üzere, toplanan bilgi ve yapılan analizler “istihbari”
niteliktedir ve haricen delillendirilmedikçe hükme (ve tutuklamaya) esas teşkil
etmez.
89.Anayasaya
(m. 22) ve AİHS’ne (m. 8) göre, haberleşme özgürlüğü ancak usulüne uygun
alınmış bir hâkim kararı ile kısıtlanabilir. Buna karşın, Bylock uygulamasına
ilişkin veriler MİT tarafından hukuki temelden yoksun olarak ve hâkim kararına
dayanmaksızın, “özel yöntemlerle” ele geçirilmiştir. Bu nedenle, adli
işlemlerde delil olarak kullanılması hukuken mümkün değildir. Başka bir
ifadeyle, MİT’in Bylock uygulamasının sunucusunu (server) ve veri tabanını
“hacker”lik yoluyla elde ettiği, bu şekilde elde edilen verilerin güvenli
olamayacağı ve usul hukukuna aykırı olarak elde edildikleri için adli açıdan
delil niteliği taşımayacağı kabul edilmelidir. Zira MİT, Bylock uygulamasının
sunucusunu ve veri tabanını ceza usul hukukumuzda bulunmayan “tersine
mühendislik, uzaktan kod atımı, e-posta hesabının ele geçirilmesi” gibi
yöntemlerle ele geçirmiştir. Bu haliyle, “veri ekleme, çıkarma ve silme” gibi
işlemlerin yapılabilmesi de mümkündür. Bu nedenle, delil/veri güvenliği mevcut
değildir.
90.Bylock
sunucusu aracılığıyla suç işlendiği iddiasıyla yapılan bir soruşturma
kapsamında, CMK’nın 134. maddesi gereğince Cumhuriyet savcısının talebiyle
verilecek bir hâkim kararına dayanılarak imaj alma (yedekleme) işleminin
yapılması zorunludur. Eğer imajı alınacak sunucu bilgisayar yurt dışında ise,
6706 Sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu çerçevesinde
Adalet Bakanlığı vasıtasıyla istinabe yoluna başvurulması gerekmektedir.
Bireysel başvuruya konu somut olayda, bu gereklilikler yerine getirilmemiştir.
Dolayısıyla, elde edilen veriler delil niteliğini kaybetmiştir.
91.5651
sayılı Kanun’un 2/m. maddesine göre, Bylock sunucusu yer sağlayıcıdır. Aynı
Kanun’un 5/5. maddesine göre ise, yer sağlayıcı Bilgi Teknolojileri ve İletişim
Başkanlığı’na (BTK) talep ettiği trafik bilgisi vb. bilgileri vermekle
yükümlüdür. Dolayısıyla yetkili kurum MİT değil, BTK’dır. Özetle, Bylock
uygulaması ile ilgili sadece şüpheli ve sanıklar açısından hâkim kararıyla
trafik bilgisi vb. bilgiler elde edilebilir ve bu konuda yetkili kurum BTK’dır.
92.AİHM,
24/04/2018 tarihli Benedik-Slovenya kararında, polisin mahkeme kararı
olmaksızın dinamik IP adresini temin etmesinin, AİHS’nin özel hayata saygı
hakkını düzenleyen 8. maddesine aykırı olduğuna karar vermiştir
(Benedik-Slovenya, No. 62357/14, 24/04/2018, p. 120-134).
93.Benzer
şekilde, 13/09/2018 tarihinde yayımladığı Big Brother Watch ve
Diğerleri-Birleşik Krallık kararı ile, iletişim bilgilerinin geniş çapta ele
geçirilmesi ve iletişim servisi sağlayıcılarından iletişim bilgilerinin
edinilmesi amacıyla yapılan yasal değişikliğin yeterli güvenceleri sağlamaması
ve gerekli denetimlerin yapılmaması nedenleriyle özel hayata saygı hakkının ve
ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (Big Brother Watch ve
Diğerleri-Birleşik Krallık, No. 58170/13 62322/14 24960/15, 13/09/2018).
94.2937
Sayılı Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 4. maddesinde MİT’in önleme amaçlı
görevleri belirtilmiş olup, MİT’in adli görevi bulunmamaktadır. Belirtilen
Kanun’un Ek 1. maddesinde “MİT tarafından istihbari ve dinleme amaçlı tespit ve
değerlendirme faaliyeti ile elde edilen bilgilerin casusluk suçları hariç adli
mercilerce istenemeyeceği” açıkça ifade edilmiştir. CMK’nın 164. maddesinde
sayılan adli kolluk birimleri arasında MİT bulunmamaktadır. Dolayısıyla, MİT’in
sadece önleme, istihbari amaçlı veri elde etme yetkisi mevcuttur, adli amaçla
delil toplama yetkisi bulunmamaktadır.
95.Diğer
taraftan, yukarıda değinilen Teknik Rapor’da, “açık kaynaklı bir verinin”, eğer
veri tabanı ve araçlar üzerinden izah/teyit imkânı varsa, “doğrulamak amacıyla”
kullanılabilecek “bir takım hususlara” da yer verildiği ifade edilmiştir. Bu
ifadelerden, veri ve tespitlerin kesin olmadığı, “izaha/teyide ve doğrulamaya”
muhtaç oldukları anlaşılmaktadır.
96.Anayasa
Mahkemesi, kamuoyunda Balyoz davası olarak bilinen dosya hakkında verdiği
2013/7800 sayılı kararında, “dijital verilerin bir gerçekliği kesin olarak
temsil edemeyeceğini” belirtmiştir. Ayrıca, Yargıtay 16. Ceza Dairesi
kamuoyunda Ergenekon adıyla bilinen dosyada, "...tamamı digital olarak adlandırılan, suistimale müsait olan verilerin,
dijital delillere harici müdahalenin teknik olarak mümkün olması, çoğu zaman
kim tarafından hangi tarihte müdahale yapıldığının da belirlenememesi"
gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur. Yargıtay 14. Ceza
Dairesi’nin 20.10.2011 tarihli, 2011/17352 Esas ve 2011/1065 Karar No’lu
kararında ise, “IP kayıtlarının” delil niteliği bulunsa da “maddi gerçeğin
ortaya konabilmesi” için yan delillerle desteklenmesi gerektiği belirtilmiştir.
Gerek doktrinde, gerekse de yargı kararlarında IP kayıtlarının “başka
delillerle desteklenmedikçe tek başına isnat edilen suçu ispatlamaya elverişli
olmadığı” kabul edilmiştir.
97.Yargıtay
16. Ceza Dairesi, Ceza Genel Kurulu tarafından da onanan 24/04/2017 tarihli
(2015/3 Esas ve 2017/3 Karar No’lu) kararında, Bylock uygulamasının
“kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik
verilerle tespiti halinde” kişinin FETÖ/PDY örgütü ile bağlantısını gösteren
bir delil olarak kabul edileceğini açıkça vurgulamıştır. Teknik bilgi ve
uzmanlık gerektiren Bylock iddiasıyla ilgili adli merciler tarafından bağımsız
bilirkişi marifetiyle araştırma yapılmamış, bu hususta bilirkişi raporu
alınmamıştır.
98.MİT
tarafından ele geçirilen verilerin orijinal halinin yargılama dosyasına
getirtilmesi, bu verilerin zaman damgası ile birlikte kayıt altına alınıp
alınmadığı, verilerin değişmemiş ve bozulmamış halde saklanıp saklanmadığı,
erişim sağlayıcının bizzat yetkilendirilmiş faaliyet belgesine sahip olup
olmadığı, verilerin erişim sağlayıcılar tarafından BTK’ya hangi tarihte
gönderildiği (yasada belirtilen süre sonrasında gönderilip gönderilmediği) gibi
hususların bağımsız ve tarafsız bilirkişilerce incelenmesi gerekmektedir. Tüm
bu hususlar tespit edilmeden mahkemeye sunulan verilerin doğru olduğunun kabul
edilmesi mümkün değildir.
99.Söz
konusu kararda (2015/3 Esas No’lu), ancak “…örgüt
talimatı ile bu ağa (Bylock iletişim sistemine) dâhil olunduğunun ve gizliliği
sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak,
kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle
bağlantısını gösteren bir delil” olarak kabul edileceği ifade edilmiştir.
Buna göre, Bylock uygulamasının kişinin örgütle bağlantını gösteren bir delil
olarak kabul edilebilmesi için iki ayrı kriter getirilmiştir: İlk olarak, örgüt
talimatı ile bu ağa dâhil olunduğunun kesin bir şekilde tespit edilmiş olması;
ikincisi, söz konusu uygulamanın gizli bir şekilde haberleşmek amacıyla
kullanıldığının yine kesin bir şekilde tespit edilmiş olması gerekmektedir.
Başvurucu hakkında ilgili örgüt talimatıyla ve gizlice haberleşmek amacıyla bu
uygulamayı kullandığına dair hiçbir delil mevcut değildir.
100.Diğer taraftan, Yargıtay 16.
Ceza Dairesi yakın tarihli çok sayıda kararında (Örneğin bkz. 27.03.2018
tarihli, 2018/187 Esas ve 2018/1462 Kararı; 14.05.2018 tarihli, 2018/1773 Esas
ve 2018/1630 Kararı), Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde yürütülen ve BTK
tarafından yapılan teknik çalışmalar sonucunda iradeleri dışında Bylock
sunucularına yönlendirildikleri saptanan 11.480 kişinin tamamının CGNAT
kayıtlarının olduğu ve tespit edilen CGNAT kayıtlarına göre Bylock uygulamasının
IP’lerine ait sunucuya iradeleri dışında yönlendirildiklerinin tespit edildiği,
bu nedenle haklarında sadece CGNAT kayıtları bulunan kimselerin Bylock
uygulamasını kullandığı sonucuna varılamayacağı, “ancak operatör kayıtları ve
User-ID eşleştirmesi doğru yapılabilen kişilerin gerçek Bylock kullanıcısı
olduklarının kabulünün gerekeceği” belirtilmiştir.
101.5651 sayılı Kanunun 2. maddesi
gereğince İnternet Servis Sağlayıcılar (ISS/GSM operatörleri), “internet
ortamında gerçekleştirilen her türlü erişime ilişkin olarak taraflar, zaman,
süre, yararlanılan hizmetin türü, aktarılan veri miktarı ve bağlantı noktaları
gibi değerleri” saklamakla yükümlüdür. Aynı Kanunun 6. maddesine göre, internet
servis sağlayıcılar altı aydan az ve iki yıldan fazla olmamak üzere trafik
bilgilerini saklamak, bu bilgilerin doğruluğunu ve bütünlüğünü korumak
zorundadır. BTK tarafından ilgili GSM operatöründen temin edilen İnternet
Trafik Bilgisinde, yararlanılan hizmetin türü ve aktarılan veri miktarı gibi
hayati öneme sahip bilgiler yer almamaktadır. Başka bir ifadeyle, 5651 sayılı
Kanun kapsamında saklanması gereken tüm bilgileri içermediği için ayrıntılı
trafik bilgisi raporu olarak değerlendirilemez. Bu nedenle, kayıtların doğru ve
tam olduğu (bütünlüğünün korunduğu) kabul edilemez. Dolayısıyla, güvenilirliği
son derece şüpheli olan bu dijital verilerin hükme ve tutuklamaya esas
alınmaması gerekmektedir.
102.Diğer taraftan, söz konusu
kanunda (5651 sayılı) altı ay ile iki yıl arasında tutulacak olan trafik
bilgisine ilişkin süresinin, yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.
İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesine Dair Usul ve Esaslar
Hakkında Yönetmelik’in 8/1-b. maddesinde, erişim sağlayıcının trafik bilgisini
bir yıl saklamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla, yargı makamları
tarafından geriye dönük olarak en fazla bir yıl süre ile saklanan trafik
bilgilerinin istenebilmesi mümkündür. Zaten Türk Anayasa Mahkemesi’nin
02/10/2014 tarihli, 2014/149 Esas ve 2014/151 Karar sayılı kararında da bir suç
soruşturulması ve kovuşturulması için dahi olsa, gerçek ve tüzel kişilere ait
trafik bilgisinin, erişim veya yer sağlayıcılardan herhangi bir süre sınırı
bulunmaksızın temin edilemeyeceği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi söz konusu
karar ile, 5651 sayılı Kanun’un 5/3 ve 6/1-b. maddesi ile bu Kanunun
uygulanmasını gösteren yönetmelik gereğince trafik bilgisini belirli bir süre
muhafaza eden erişim ve yer sağlayıcılardan herhangi bir süre sınırı
bulunmaksızın TİB tarafından trafik bilgilerinin temin edilmesini öngören kanunu
anayasaya aykırı bulmuş ve söz konusu maddenin yürürlüğünü durdurduktan sonra
iptal etmiştir. Diğer bir ifadeyle, kişilerin özel hayatına ilişkin bilgiler
içeren trafik bilgisinin, suç soruşturması ve kovuşturması için bile olsa, 5651
sayılı Kanunun 6/1-b. maddesinde olduğu gibi ancak belirli bir süre (bir yıl)
saklanabileceğini; kişilerin özel hayatına müdahale riskini ortadan kaldırmak
amacıyla kanun ve yönetmelikte belirtilen süre geçtikten sonra trafik
bilgisinin saklanamayacağını belirtmiştir. Başvurucuyla ilgili BTK tarafından
gönderilen internet trafik bilgisinin tamamı, bir yıllık sürenin öncesine
aittir. Bu nedenle, Anayasa’nın 38/6 ve CMK’nın 217/2. maddeleri gereğince
delil olarak kabul edilemez. Dolayısıyla, adli merciler tarafından yasal düzenlemelere
aykırı bir şekilde elde edilen trafik bilgisinin adli işlemlere esas alınması
hukuka aykırıdır.
103.Özetle; ulusal ve uluslararası
mevzuat ve sözleşmeler çerçevesinde, adli bir sürece ve karara dayanmayan,
uzunca bir süre MİT elinde tutulan, bu nedenle hukuki güvenilirliği bulunmayan,
MİT tarafından Litvanya’da bulunan sunucudan (server) ele geçirilen verilerin
elde ediliş şekli hukuka aykırıdır ve yasak delil niteliğinde olması nedeniyle
tutuklama başta olmak üzere adli işlemlere dayanak yapılamaz, tutuklama için
makul şüphe oluşturduğu kabul edilemez.
104.Bylock verilerinin MİT
tarafından mahkeme kararına olmaksızın ele geçirildiği ve uzun zaman sonra
Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinden karar alındığı Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi
kararlarında da ifade edilmiştir. Dolayısıyla, Bylock verilerinin bağımsız ve
uzman bilirkişilerce incelenmemesi gibi diğer bütün hususların yanı sıra,
hukuka aykırı delilin tutuklama kararlarına dayanak yapılamayacağı gerekçesiyle
Mahkeme’nin ihlal kararı vermesi önceki içtihatlarına, hukuka ve vicdana uygun
olacaktır.
105.15 Temmuz sonrası görülen çok
sayıda davada, Bylock uygulamasına ilişkin CGNAT kaydı, tespit ve değerlendirme
tutanağı gibi belgeler, şüphelilere ya da sanıklara tebliğ edilmeksizin
doğrudan dosyalarına konulmuştur. Bu tespiti kişilerin kabul etmemesine ve
hatta bazen dosyaya karşı uzman görüşü sunmalarına rağmen bilirkişi raporu
aldırılmamış, özellikle MİT tarafından ele geçirilen Bylock verileri hiçbir
mahkeme tarafından bağımsız ve uzman bilirkişilere incelettirilmemiştir.
Dolayısıyla şüpheli ve sanıklara delili sorgulama hakkı tanınmamıştır. Dahası
bu belgeler, çoğunlukla tek başına tutukluluk halinin devamına dayanak olarak
kabul edilmiştir.
106.Ayrıca belirtmek gerekir ki,
TCK’nın 314. maddesi öngörülebilir bir düzenleme değildir ve yargı makamlarınca
keyfi şekilde yorumlanmaktadır. Bu şekilde, esasen suç teşkil etmeyen hususlar
kişilerin tutuklanmasına ve mahkûmiyetine gerekçe olarak gösterilmektedir.
Konuyu biraz daha açmak gerekirse;
107.Başvurucunun üyesi olduğu iddia edilen ve ancak 15 Temmuz
darbe girişimi sonrasında silahlı terör örgütü olduğu yönünde hakkında
kesinleşmiş yargı kararı bulunan FETÖ/PDY, daha önceleri toplumun geniş
katmanları tarafından bir sivil toplum hareketi (cemaat) olarak kabul
görmüştür. Başta Türkiye olmak üzere birçok devletin en üst düzey yöneticileri
tarafından defalarca takdir edilmiş, madden ve manen desteklenmiştir. Bu husus,
çok sayıda üst düzey yöneticinin medyaya yansıyan ve meclis kürsülerinde
yaptıkları konuşmalarla sabittir.
108.15/07/2016 tarihine kadar söz konusu topluluğun şiddete
başvurduğunu gösteren somut hiçbir delil ortaya konulmamıştır. Bu nedenle söz
konusu oluşum, MGK ve Bakanlar Kurulu kararlarına vakıf olanlar dâhil, hiç
kimse tarafından darbe teşebbüsüne kadarki süreçte silahlı terör örgütü olarak
kabul edilmemiştir. Bir terör örgütünün olmazsa olmazı, toplumu dehşete
düşürecek türden şiddet eylemlerine başvurması ve şiddet yöntemleri
kullanmasıdır. Darbe teşebbüsü öncesinde “Gülen cemaati ya da Hizmet Hareketi”
olarak bilinen bu yapı hakkında 28 Şubat Döneminde (1997) de silahlı terör
örgütü olduğu iddiası ile bir kamu davası açılmıştır. Ancak bu dava beraatle
sonuçlanmış ve Yargıtay 9. Ceza Dairesi ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu
tarafından onanarak kesinleşmiştir. Yargıtay tarafından ilk kez 15 Temmuz darbe
girişiminden sonra bu yapının terör örgütü olduğuna karar verilmiştir. Buna karşın,
başvurucu hakkında tutuklama ve tutukluluk halinin devamına dayanak olarak
gösterilen tüm hususlar, darbe girişiminden çok öncesine aittir.
109.Başvuruya konu somut olayda; tüm devlet organları
tarafından 15/07/2016 tarihine kadar bilinemeyen iki hususun, yani
"silahlı olma” ve "terör suçu işleme amacına sahip olma"
nitelikli hallerinin, başvurucu tarafından bilinmesi hiçbir surette mümkün değildir.
Başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan sorumlu tutulabilmesi için ilgili
oluşumun terör suçlarını işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüt olduğunu bilmesi
ve eyleminin terör örgütüne üye olma suçunu oluşturacağını bildiği halde üye
olma hareketini isteyerek gerçekleştirmesi gerekmektedir. Ancak yargılama
makamları tarafından başvurucunun üye olduğu belirtilen örgütün diğer
özellikleri yanında kurucularının özel kastını, yani kanunda sayılan belli
başlı suçları (terör suçlarını) işlemek şeklindeki amaç ve saikini de bildiği
hususunda hiçbir tespit yapılmamıştır.
110.AİHM’e göre de, Türkiye’deki mahkemeler, TCK’nın 220/7.
maddesindeki örgüte ‘üyelik’ kavramını çok geniş yorumlamakta ve sadece bir
eyleme katılmış olmayı örgüt ‘adına’ hareket ettiği şeklinde yorumlamaya ve o
kişiyi ‘gerçek örgüt üyesi gibi’ cezalandırmaya yeterli görmektedir. AİHM’in
değerlendirmesine göre, TCK’nin 314. maddesinden (örgüt üyesi olma suçu) ceza
vermek için eylemin/suçun süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk içerip
içermediğinin ve belli bir hiyerarşik yapı altında olup olmadığının
belirlenmesi gerekmektedir. Buna karşın, bu maddenin 220/7’yle bağlantılı
olarak uygulanması durumunda Mahkemeler bu kriterleri denetlemek zorunda
kalmadan, bu kriterleri aşırı geniş yorumlayarak ceza vermektedir. Madde
lafzının bu derece geniş (muğlak) şekilde yazılması ve yorumlanması ile
mahkemelerin de bu derece geniş şekilde uygulaması, kişilerin kamu
otoritelerinin keyfi müdahalelerine karşı yeterli korumayı içermemektedir.
AİHM’e göre, yasal bir düzenlemenin bu kadar geniş bir şekilde uygulanması,
örgüt üyeliğine dair hiçbir somut delilin olmadığı durumlarda, temel bir hak ve
özgürlüğün kullanımının örgüt üyeliği ile eşdeğer tutulmasına yol açacak bir
etkiye sahip olduğunda meşru kabul edilemez. Bu nedenle AİHM, müdahalenin kanun
tarafından öngörülemez olduğuna karar vermiş, müdahalenin meşru bir amaç
taşıyıp taşımadığını ve demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını
inceleme gereği duymadan 11. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir (İmret/Türkiye,
No. 57316/10, 10.07.2018; Bakır ve Diğerleri/Türkiye, No. 46713/10,
10.07.2018).
111.Dolayısıyla, bir kişinin Bylock isimli haberleşme
uygulamasını kullanmak eyleminin tutuklanmasına neden olacağını ya da silahlı
terör örgütü üye olma suçunun unsuru olarak kabul edilebileceğini öngörmesi
mümkün değildir. Özetle TCK’nın 314. maddesi, yargı
makamlarınca keyfi şekilde yorumlanarak, esasen suç teşkil etmeyen Bylock
isimli sıradan bir telefon uygulamasını kullandığı iddiası başvurucunun
tutuklanmasına ve sonrasında mahkûmiyetine dayanak yapılmıştır.
112.Oysaki Birleşmiş Milletler
İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu (UN Human Rights Council
Working Group on Arbitrary Detention), çok sayıda kararında, sadece Bylock gibi
sıradan bir iletişim uygulamasını (regular communication application)
kullanmanın nasıl suç teşkil ettiğini hükümetin ortaya koyamadığını, kişinin
söz konusu programı kullandığı sabit olsa bile, bunun düşünce ve ifade
özgürlüğü kapsamında olduğunu belirterek başvurucunun keyfi tutuklandığı
sonucuna varmıştır.
(Örneğin
bkz. 18/10/2018 tarihli Mestan Yayman – Türkiye Kararı, p. 82,
https://www.ohchr.org/Documents/Issues/Detention/Opinions/Session82/A_HRC_WGAD_2018_42_AEV.pdf
).
113. Aynı şekilde, Birleşmiş
Milletler İnsan Hakları Komitesi de Özçelik ve Diğerleri v. Turkey
(CCPR/C/125/D/2980/2017) kararında, Bylock programının sadece kullanımı
iddiasının bir kişinin gözaltına alınması ve tutuklanması için yeterli bir
dayanak olamayacağını kabul etmiştir.
114.Başvurucu, sadece ilk
tutukluluk kararının değil, sonraki tutukluluk halinin devamının da keyfi ve
hukuka aykırı olduğundan şikâyet etmiştir. Bu nedenle, bu başvuru kapsamında
Bylock delilinin tutuklama ve tutukluluğun devamı için dayanak olup
olmayacağının, dolayısıyla söz konusu delilin mahiyetinin Mahkemece tespit
edilmesi büyük önem arz etmektedir. Bu inceleme için öncelikle hükümetten
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı adli emanetinde bulunan dijital materyallerin
talep edilmesi, daha sonra bağımsız uluslararası bilirkişiler marifetiyle bu delillerin
orijinal olup olmadığı ve tutukluluk için dayanak olup olamayacağının
incelenmesi gerekmektedir.
115.Diğer taraftan, başvurucu hakkında beyanda bulunan tüm tanıklar, aynı
zamanda şüpheli/sanık konumunda olan itirafçılardır. TCK’nın 221. maddesi kapsamındaki
etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanarak daha az ceza almak amacıyla
başvurucu aleyhine gerçeğe aykırı beyanlarda bulunmuşlardır. Bu nedenle, özgür
iradeleri ile beyanda bulundukları, bağımsız ve güvenilir tanık oldukları kabul
edilemez. Bu çerçevede, beyanlarının tutuklamaya ve tutukluluk halinin devamına
dayanak olması hukuken mümkün değildir.
2.b. Tutuklama Kararları Ve
Tutukluluğa Karşı İtirazların İncelenmesi Sırasında Hâkimlerin Uygun Ve Yeterli
Gerekçeler Sunduklarına Dair Hükümet Görüşlerine Karşı Cevaplarımız (s. 323/p. 665-680)
116.Hükümet tarafından tutuklama
nedenleri bağlamında bazı şüphelilerin yurt dışına kaçtıkları bilgisine yer
verilmiştir (p. 193). Öncelikle bu konuya cevap vermek istiyoruz.
117.Başka şüphelilerin kaçmış olmasının
başvurucunun tutukluluk halinin devamına gerekçe yapılmasının kanuni dayanağı
bulunmadığı gibi (CMK m. 100’de böyle bir tutuklama nedeni mevcut değildir),
suç ve cezaların şahsiliği ilkesine de aykırılık oluşturmaktadır. Diğer
taraftan, bu yaklaşım masumiyet karinesine de aykırıdır. Zira başvurucu, daha
tutukluluk aşamasında örgüt üyesi olarak kabul edilerek kaçacağı
varsayılmaktadır.
118.Başvurucunun tutuklu bulunduğu
süre boyunca, kanun metnini ve uygulamadaki basmakalıp ifadeleri tekrarlayan
neredeyse birbirinin aynı kararlarla tutukluluk halinin devamına ve itirazın
reddine dair kararlar verilmiştir.
119.Tutuklamaya, tutukluluk halinin
devamına ve bu kararlara karşı yapılan itirazların reddine ilişkin kararlarda,
soyut olarak kanundaki tutuklama nedenlerine dair terimler ve uygulamadaki
basmakalıp ifadeler tekrar edilmiştir. Bazı kararlarda ise iç hukukta
öngörülmeyen suçun önlenmesi vb. nedenlere dayanılmış ve sübjektif ifadeler
kullanılmıştır. Tutuklama nedenleri ile dosya kapsamındaki iddia edilen olay ve
olgular arasında hiçbir bağ kurulmamıştır. Söz konusu kararlarda, başvurucunun
şahsi özellikleri dikkate alınmamıştır. Zaman zaman çok sayıda kişi hakkında
aynı, tek tip kararlar verilmiştir. Adli kontrol tedbirinin neden yetersiz
kalacağına dair somut hiçbir açıklamaya yer verilmemiştir. Ayrıca, salıverilme
talebine ve tutukluluğun devamına ilişkin verilen kararlara yapılan itiraz
dilekçelerinde öne sürülen gerekçeler hakkında hiçbir değerlendirme
yapılmamıştır.
120.Oysaki Anayasa’nın 141/3.
maddesinde, mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gerektiği
ifade edilmiştir. Aynı şekilde CMK'nın 101/2. maddesinde, “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye
isteminin reddine ilişkin kararlarda; kuvvetli suç şüphesini, tutuklama
nedenlerinin varlığını, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren
delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilmesi”
gerektiği hükme bağlanmıştır. Görüldüğü üzere, tutuklamaya ilişkin kararların
gerekçeli olması gerektiği iç hukukta emredici şekilde düzenlenmiştir.
121.Anayasa Mahkemesi kararlarına
göre, tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarında yer alan gerekçeler
incelenerek, bu gerekçelerin somut olayın özelliklerine göre “ilgili ve
yeterli” olup olmadığı ve tutuklu sürdürülen yargılamanın özenle yürütülüp
yürütülmediği incelenmelidir. Bu incelemede, tutukluluğa ilişkin gerekçelerin
özgürlüğün kısıtlanmasının meşru nedenlerinin ortaya konması açısından ilgili
ve yeterli olmadığı veya tutuklu olarak sürdürülen soruşturma/kovuşturma süreçlerinin
kamu organlarının “özen yükümlülüğüyle” bağdaşmayan tutumları nedeniyle
tamamlanmadığı kanaatine varılırsa tutukluluğun makul süreyi aştığı sonucuna
ulaşılacaktır (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, p. 61; Halas Aslan, B.
No: 2014/4994, 16/2/2017, p. 82-83).
122.AİHM kararlarında da sıkça
ifade edildiği üzere, devletler tutuklamayı (ve gözaltını) ve tutukluluğun
devamını haklı kılan “konuyla ilgili ve yeterli” gerekçeler göstermek
zorundadırlar (Wemhoff-Almanya, 27.06.1968, p. 12; Buzadji-Moldova, [BD], No.
23755/07, p. 102; Yağcı ve Sargın-Türkiye, 08.06.1995, p. 52). Ulusal
mahkemeler tarafından gerekçesiz ya da tek tip, basmakalıp, soyut, ayrıntılı
olmayan kararlar verilmesi, tutukluluğun devamı açısından gerekli özenin
gösterilmediği ve yeterli dayanağın (temelin) bulunmadığı anlamına gelir
(Örneğin bkz. Demirel-Türkiye, 07.07.2009,p. 58; Letellier-Fransa, p. 51; Yağcı
ve Sargın-Türkiye, p. 52). Gerekçesiz ya da sadece kanun metnine atıfta bulunan
gerekçeler tutuklamayı keyfi hale getirir (Örneğin bkz. Belevitkiy-Rusya,
01.03.2007, p. 91; Khudoyorov-Rusya, 08.11.2005, p. 157). Bu nedenle, tutuklama
ve tutukluluğun devamı kararlarında, kararın dayandığı olay ve olgular
belirtilmelidir (Scheisser-İsviçre Kararı, 04.12.1997, p. 31; Letellier-Fransa
Kararı, p. 35).
123.AİHM kararlarına göre,
verilecek cezanın ağırlığı kendiliğinden (otomatik olarak) kaçma şüphesi
bulunduğu gerekçesiyle tutukluluğun devamını haklı kılmaz. Kişinin karakteri,
ahlaki durumu, ikametgâhı, mesleği, malvarlığı, aile bağları, tutuklamaya karşı
gösterdiği tepki, başka ülkelerle bağlantısı olup olmadığı ve gerçekten kaçmayı
planlayıp planlamadığı gibi hususlar dikkate alınmalıdır (Örneğin bkz.
Panchenko - Rusya, p. 106; Chraidi-Almanya, 26.10.2006, p. 40;
Letellier-Fransa, p. 43; Becciev-Moldova, p. 58; Neumeister-Avusturya,
27.06.1968, Hukuki Gerekçe Bölümü, p. 10).
124.Suçun/cezanın ağırlığı,
şüphelinin kaçma riskini değerlendirmede bir unsur olsa da, tek başına
tutukluluk halinin uzun süreler uzatılmasını haklı kılmaz (Idalov - Rusya [BD],
p. 145; Garycki - Polonya, p. 47, 6 Şubat 2007; Chraidi - Almanya, p. 40;
Ilijkov - Bulgaristan, p. 80-81). Diğer taraftan, tutuklu olarak geçirilen süre
uzadıkça kaçma tehlikesinin azaldığı kabul edilmelidir (Neumeister - Avusturya,
p. 10).
125.“Delil durumu” ifadesi, tek
başına uzun süre tutuklu bırakmak için gerekçe olamaz (Dereci - Türkiye, p.
38).
126.“... eylemin karşılığı
verilecek muhtemel cezanın üst hattı, suçun katalog suçlardan olması...” soyut
olarak tek başına tutuklama nedeni olarak değerlendirilemez (Örneğin bkz.
Morganti-Fransa, 13.07.1995, p. 62).
127.Zorunlu tutuklama sistemi,
örneğin salıverilme talebinin suçun niteliği gerekçe gösterilerek reddedilmesi,
Sözleşme’nin 5(3). maddesinin ihlali anlamına gelir (Ilijkov-Bulgaristan, p.
84). Bu nedenle, tutukluluğun devamına ilişkin yasal karinenin, kişi
özgürlüğüne saygı hakkına ağır basan somut olayların varlığının ikna edici
biçimde kararda gösterilmesi gerekir.
128.AİHM Becciev davasında henüz
elde edilememiş delilleri yok edebileceği, gizleyebileceği veya
değiştirebileceği, tanıklara, mağdura veya başkalarına baskı yapabileceği veya
dışarıda olan suç ortaklarıyla işbirliği yapabileceği şüphesinin ulusal
mahkemelerce değerlendirilebileceğini belirtmiştir. Ancak sanığın yargılamanın
işleyişini engelleme tehlikesine soyut olarak dayanılamayacağını ve bu
tehlikenin varlığının maddi delillerle desteklenmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Özetle, delilleri karartma ve tanıklara ya da mağdura baskı yapma gibi yargının
işleyişini engelleme tehlikesine (olasılığına) soyut olarak dayanılamaz. Böyle
bir tehlikenin varlığı somut delillerle desteklenmelidir (Becciev-Moldova, p.
59; ayrıca bkz. Clooth-Belçika, p. 43).
129.Diğer taraftan, soruşturmanın
gereklilikleri (delillerin toplanmamış olması) şüphelinin uzun süre tutuklu
bulundurulmasına gerekçe olamaz. Zira soruşturmanın güvenliğine ilişkin riskler
süre ilerledikçe azalır. Çünkü bu sürede ifadeler alınması vb. çok sayıda
soruşturma işlemi tamamlanır (Clooth - Belçika, p. 44).
130.AİHM Clooth davasında, tekrar
suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla tutuklamayı, tutuklama nedenleri arasında
kabul etmiştir. Ancak somut olayda böyle bir tehlikenin varlığının ikna edici
şekilde ulusal mahkeme kararında gösterilmesi gerektiğine, şüphelinin/sanığın
saygın geçmişi ve kişiliğinin dikkate alınması gerektiğine hükmetmiştir (Clooth
- Belçika, p. 40).
131.Buna karşın, yukarıda da
belirtildiği üzere, başvurucu hakkındaki tutuklamaya, tutukluluk halinin
devamına ve bu kararlara karşı yapılan itirazların reddine ilişkin kararlarda,
soyut olarak kanundaki (CMK m.100) tutuklama nedenlerine dair terimler ve
uygulamadaki basmakalıp ifadeler tekrar edilmiştir. Bazen de kanunda (iç
hukukta) öngörülmeyen suçun önlenmesi vb. nedenlere dayanılmış ve sübjektif
ifadeler kullanılmıştır. Tutuklama nedenleri ile dosya kapsamındaki iddia
edilen olay ve olgular arasında hiçbir bağ kurulmamıştır. Söz konusu
kararlarda, başvurucunun şahsi (kişilik) özellikleri (karakter, geçmiş, ikamet
durumu vb.) hiçbir şekilde dikkate alınmamıştır.
132.Başvurucuyla birlikte hakkında
soruşturma yürütülen çok sayıda kişi hakkında hiçbir özel gerekçeye yer
verilmeksizin aynı, tek tip kararlar verilmiştir. Tutuklu kaldığı süre boyunca
“kopyala yapıştır yöntemiyle” oluşturulmuş, birbirinin aynısı kararlar verilmiş
ve itirazlar aynı şekilde reddedilmiştir.
133.Söz konusu kararlarda “…
kuvvetli suç şüphesi altında olduğuna dair somut olgu ve delillerin mevcut
bulunması...” sıklıkta gerekçe olarak gösterilmesine rağmen, bu somut olgu ve
delillerin neler olduğuna yer verilmemiştir. Dolayısıyla, gerekçesiz şekilde ya
da yetersiz gerekçelerle başvurucu hakkında keyfi (hukuka aykırı) gözaltı,
tutuklama, tutukluluk halinin devamına dair kararlar verilmiştir ve itirazlar
aynı şekilde reddedilmiştir.
134.Tutuklamaya ilişkin kararlarda,
adli kontrol tedbirinin neden yetersiz kalacağını dair somut hiçbir açıklamaya
yer verilmemiştir. Oysaki AİHM’e göre, ulusal mahkemeler, tutuklamaya ve
tutukluluğun devamına karar verdiklerinde, adli kontrol tedbirinin niçin
yetersiz kalacağını açıklamak zorundadırlar (Örneğin bkz. Joblonski-Polonya,
21.12.2000, p. 84).
135.Anayasa Mahkemesi'nin 2015/40
Esas ve 2016/5 Karar sayılı kararında, kişinin özgürlüğünün
sınırlandırılabilmesi için Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen
"ölçülülük" ilkesinin yanında "gereklilik" unsurunun da bulunması
gerektiği, tutukluluğa ilişkin kararda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale
arasında gözetilmesi gereken denge açısından öncelikle adli kontrol tedbirinin
değerlendirilmesi gerektiği ve adli kontrolün neden yetersiz kalacağının
mahkeme tarafından gerekçelendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
136.CMK'nın 109/1. maddesine göre,
ancak aynı Kanunun 100. maddesinde belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı
halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar
verilebilir.
137.Ölçülülük ilkesi gereğince daha
hafif tedbirlerle, örneğin adli kontrol yöntemi ile kaçma tehlikesinin neden
önlenemeyeceğinin de, tutuklama kararında tartışılmış olması gerekir (CMK m.
101/1). Düzenli olarak bir makama başvuru, güvence verme veya pasaportunun teslimi
gibi yükümlülükler kapsamında kaçma tehlikesi önlenebiliyorsa, tutuklama kararı
verilmemelidir.
138.Başvuruya konu somut olayda,
yukarıda belirtilen içtihat ve mevzuata aykırı şekilde, adli kontrol tedbiri
yeterli ve geçerli hiçbir gerekçe gösterilmeksizin uygulanmamıştır. Tutuklamaya
ilişkin kararlarda, tutuklama yerine neden adli kontrol tedbirinin
uygulanmadığı meselesi tartışılmamıştır.
139.Ayrıca, salıverilme (tahliye)
talebine ilişkin dilekçelerde ve tutukluluğun devamına itiraza ilişkin
dilekçelerde öne sürülen gerekçeler hakkında herhangi bir değerlendirme
yapılmamıştır.
140.Oysaki AİHM kararlarına göre,
ulusal mahkemelerin başvurucu tarafından öne sürülen ve tutuklamanın hukukiliği
konusunda şüphe uyandıran somut gerekçeleri dikkate alması gerekir (Örneğin
bkz. Nikolova-Bulgaristan, 25.03.1999, p. 61; Ilijkov-Bulgaristan, 26.07.2001,
p. 97-98). Yeterli bir nedene dayanmayan, başvurucunun argümanlarına hiçbir
cevap vermeyen, birbirinin aynısı, basmakalıp kararların verilmesi hak ihlali
olarak kabul edilmektedir (Örneğin bkz. Svipsta-Litvanya, 09.03.2006, p.
131-134; GiorgiNikolaishvili-Gürcistan, 13.01.2009, p. 95).
141.Diğer taraftan hükümet,
başvurucunun haksız tutukluluk iddiasının değerlendirilmesinde Sözleşme
hükümlerinin askıya alınmış olduğunun göz önünde bulundurulmasını talep
etmektedir. Ancak hükümetin bu savını Mahkeme, daha önce Alparslan Altan ve
Hakan Baş kararlarında incelemiş ve ret etmiştir. Bu başvuruda da, söz konusu
kararlarda vardığı sonuçlardan farklı bir sonuca varmasını gerektirir yeni bir
argüman hükümet tarafından ortaya konmamıştır. Dolayısıyla, hükümetin bu
savının aynı şekilde ret edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
3. AİHS’nin 5 § 3. Maddesi
Kapsamında Başvurucunun Tutukluluğunun Makul Süreyi Aştığına Dair Şikâyet
Hakkında Hükümet Görüşlerine Karşı Cevaplarımız (s. 333/p. 692-744)
142.Hükümet başvurucuların CMK’nın 141. maddesinde öngörülen
iç hukuk yolunu tüketmeleri gerektiğini ileri sürmektedir. Burada, tekrardan
kaçınmak amacıyla, yukarıda “CMK’nın 141. Maddesinde Öngörülen Tazminat
Yolunun Tüketilmediği İddiasına İlişkin Cevaplarımız” başlığı altında yaptığımız açıklamalara
atıfta bulunmakla yetiniyoruz. Özetle, tutukluluğun makul süreyi
aştığına ilişkin etkin bir iç hukuk yolu bulunduğuna dair hiçbir somut uygulama
örneği bulunmamaktadır. Bu nedenle, belirtilen şikâyet açısından Anayasa
Mahkemesi’nin ve hükümetin “başvuru
yollarının tüketilmediği” gerekçesinin yerinde olmadığını belirmek isteriz.
143.Başvurucunun tutuklu kaldığı … yıldan fazla süre zarfında, kayda değer
herhangi bir delil toplanmaması, özellikle soruşturma dosyası yetkisizlik
kararı ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildikten sonra delil toplama
yönünde hiçbir girişimde dahi bulunulmaması, iddianamenin tutuklandıktan … ay … gün gibi uzun bir süre
sonra hazırlanması “devletin özen yükümlülüğüne” açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
Zira soruşturma aşamasında, …
ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından karşılıklı yetkisizlik
kararları verilerek başvurucu tutuklu olduğu halde soruşturma sürüncemede
bırakılmıştır. Özellikle soruşturma dosyasının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nda
olduğu dönemde, dosyayı önce birleştirip sonra ayırmak dışında, hiçbir adli
işlem yapılmadığını belirtmek istiyoruz. Bu şekilde, başvurucunun tutuklu
kaldığı süre adli mercilerin özen yükümlülüğüne aykırı davranışları nedeniyle
uzamıştır.
144.2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 95. maddesi
gereğince hâkim ve savcılara ait davaların, acele işlerden olması nedeniyle,
“kanuni zaruretlerden doğan engel olmadıkça”, 3 ay içerisinde sonuçlandırılması
zorunlu olduğu halde, başvurucu hakkındaki dava … yıl … ay … gün sonra ilk derece mahkemesi
tarafından karara bağlanmıştır. Bu şekilde, haksız olarak tutuklulukta
geçirdiği sürenin de uzamasına sebep olunmuştur.
145.Sonuç olarak başvurucu, … ile … tarihleri arasında … gün tutuklu kalmıştır. Dosya kapsamı,
toplanan deliller, tek
kişi yargılanıyor olması vb. hususlar göz önüne alındığında, makul
sayılamayacak bir süre tutuklu bırakıldığı kabul edilmelidir. Ayrıca,
tutukluluğa ilişkin gerekçelerin özgürlüğün kısıtlanmasının meşru nedenlerinin
ortaya konması açısından ilgili ve yeterli olmadığı ve tutuklu olarak
sürdürülen soruşturma/kovuşturma süreçlerinin kamu organlarının “özen
yükümlülüğüyle” bağdaşmayan tutumları nedeniyle tamamlanmadığı hususları
dikkate alınarak, tutukluluğun makul süreyi aştığı kabul edilmelidir.
146.Özen yükümlülüğüne aykırı şekilde, ilgili ve yeterli
gerekçeler gösterilmeksizin, makul süreyi aşar şekilde başvurucunun uzun süre
tutuklu kalmasının “durumun gerektiği ölçüde ve orantılı” olduğunu kabul etmek de
mümkün değildir. Dolayısıyla, başvurunun bu kısmının 15. madde kapsamında
Sözleşme hükümlerinin askıya alınmış olması çerçevesinde incelenmesi yönündeki
hükümet argümanının reddedilmesi gerekir.
4. Tahliye Talepleri ve
İtirazların Duruşmasız İncelenmesine Dair Şikâyet Hakkındaki Hükümet
Görüşlerine Karşı Cevaplarımız (s. 349/p. 745-787)
147.Başvurucu, ilk kez tutuklandığı / tutukluluk halinin devamına
karar verildiği …
tarihinden sonra, ilk duruşmanın yapıldığı … tarihine kadar geçen sürede
hâkim karşısına çıkarılmamıştır. Başka bir ifadeyle, başvurucu hakkındaki tutukluluğa
ilişkin tüm kararlar (tutukluluğun incelenmesi/aylık gözden geçirilmesi
kararları, tutuklama kararına ve tutukluluk halinin devamına itiraza ilişkin
kararlar, tahliye taleplerine ilişkin kararlar), 667 sayılı OHAL KHK’sının
6/1-(ı). maddesine dayanılarak yaklaşık ... ay boyunca dosya üzerinden verilmiştir.
148.Oysaki Sözleşme’nin 5(3).
fıkrası gereğince yetkili hâkim tarafından duruşma yapılarak şüphelinin bizzat
dinlenilmesi gerekirdi (Örneğin bkz. Assenov ve Diğerleri-Bulgaristan,
28.10.1998, p. 146; Nikolova-Bulgaristan, p. 58).
149.Hükümet, Anayasa Mahkemesi’nin
Erdal Tercan ve Salih Sönmez kararlarına atıfla, CMK’nın 141/d. maddesi
kapsamında tazminat davası açmayanların başvurusunun iç hukuk yolunun
tüketilmediği gerekçesiyle ret edilmesini talep etmektedir (p. 748 vd.).
150.Anayasa Mahkemesi söz konusu
kararlarında, 18 ay boyunca başvuranların tutukluluk durumunun dosya üzerinden
incelenmesini olağanüstü hal durumunun gerektirdiği bir zorunluluk olarak
değerlendirmiştir. 18 aydan sonra kişi hâkim önüne çıkarılmış ise, bu kez de
inceleme sırasında hâkim önüne kişinin çıkarılıp çıkarılmadığına bakmaktadır.
Kişinin hâkim önüne çıkarılması, 18 ayı aştıktan sonra ancak Mahkeme incelemesi
öncesi yapılmış ise, bu kez Anayasa Mahkemesi CMK’nın m.141/d hükmü gereğince
tazminat yolunun tüketilmesi gerektiğini belirtmektedir. Eğer inceleme
sırasında, 18 ayı aşmakla beraber kişi halen hâkim önüne çıkarılmamış ise bu
kez Anayasa Mahkemesi inceleme yaparak tazminata hükmetmektedir.
151.Özetle, Anayasa Mahkemesi’nin
CMK’nın 141/d hükmü gereğince ağır ceza mahkemesi nezdinde tazminat talep
edilebilmesi için iki koşul gerekmektedir: a) kişinin hâkim önüne çıkarılmadan
tutukluluk incelenme süresi 18 ay ve üzeri bir süre boyunca devam etmesi, b)
kişi Anayasa Mahkemesi incelemesi öncesinde hâlihazırda hâkim önüne çıkarılmamış
olması.
152.Anayasa Mahkemesi, başvurucunun “tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme
önüne çıkarılmaksızın yapıldığına” ilişkin şikâyetinin “açıkça dayanaktan
yoksun olduğu” gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Diğer bir ifadeyle Anayasa Mahkemesi, “Tahliye Talepleri ve İtirazların
Duruşmasız İncelenmesine Dair Şikâyet Hakkında”
iç hukuk yolunun tüketildiğini kabul etmiş ve esastan inceleme yaparak
başvurunun“açıkça dayanaktan yoksun olduğu” gerekçesiyle kabul edilemez
olduğuna karar vermiştir.
153.Bu şartlar altında
incelendiğinde başvurucu, "silahların eşitliği", "çelişmeli
yargılama" ve “yüzyüzelik” ilkelerine aykırı şekilde, yaklaşık … ay boyunca hâkim
karşısına çıkarılmamıştır. Başvurucuya duruşmalara katılarak tutukluluğa karşı
itirazlarını sözlü olarak ifade etme imkânı tanınmamıştır. Dolayısıyla Anayasa
Mahkemesi’nin içtihadı karşısında başvurucunun CMK 141/d hükmüne dayanarak ağır
ceza mahkemesi nezdinde açacağı tazminat davasının başarı şansı zaten
bulunmamaktadır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi nezdinde de söz konusu şikâyeti
dile getirdiği ve bu konuda inceleme yapıldığı için iç hukuk yolunu tüketmiş
durumdadır.
154.Diğer taraftan, Anayasa
Mahkemesi’nin konu ile ilgili ilk içtihadı olan 12 Nisan 2018 tarihli Erdal
Tercan kararı, 22/5/2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aleniyet
kazanmıştır. Başvurucu, …
tarihinde Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa
Mahkemesi'nin … tarihli kabul
edilemezlik kararı, …
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Dolayısıyla, Anayasa
Mahkemesi’nin ilk kez 18 aylık bir süre belirlediği Erdal Tercan kararı
alenileştiği tarih itibarıyla başvurucunun CMK m. 141’de öngörülen tazminat
yoluna başvurma süresi zaten dolmuştu. Aydın Yavuz kararında, 8 ay 18 günlük
süreyi Anayasa’nın 15. maddesi anlamında uygun görmüş olması karşısında, ilk
kez hâkim önüne çıkarıldığı tarihten sonra tazminat yolunu kullanmasının
başvurucudan beklenmesi mümkün değildir.
155.Anayasa Mahkemesi, yukarıda
değinilen Erdal Tezcan kararında, başvurucunun tutukluluk durumunun
tutuklanmasına karar verildiği tarihinden itibaren (yaklaşık 21 ay boyunca)
duruşma yapılmaksızın dosya üzerinden yapılan incelemeler sonucunda verilen
kararlar ile devam ettirilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğine karar vermiştir.
156.AİHM, Ergezen v. Türkiye
kararında 4 ay 18 gün ile Erişen ve Diğerleri v. Türkiye kararında ise 2 ay 14
günlük duruşmasız geçen inceleme süreçlerinde AİHS’nin 5/4. maddesinin ihlal
edildiği sonucuna varmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin OHAL döneminde AİHM
içtihatlarında belirtilen kabul edilebilir sürelerin çok üzerinde bir süre olan
18 aylık süreye kadar olan kısmı duruşmasız inceleme için makul kabul etmesi,
açıkça AİHM’in içtihatlarına aykırı olup bu yaklaşımın durumun zorunlu olarak
gerektirdiği bir tedbir olarak kabulü de mümkün değildir.
157.Son olarak Mahkeme, Hakan Baş
kararında başvurucunun 14 ay süre ile tutukluluğunun duruşmasız incelenmesi
şikâyetini incelemiştir. Söz konusu kararda, Anayasa Mahkemesi’nin Aydın Yavuz
kararındaki yaklaşımını kabul etmeyerek ihlal tespit etmiştir.
158.Sonuç olarak, hükümetin iç
hukuk yolunun tüketilmediği itirazının başvurucu açısından geçerli olmadığını,
Mahkeme’nin yerleşik içtihatları ve özellikle Hakan Baş kararında vardığı
sonuçlar çerçevesinde başvurucunun yaklaşık … ay boyunca duruşmalı inceleme hakkından mahrum
bırakılması neticesinde AİHS’nin 5/4. maddesinde düzenlenen etkin başvuru
hakkının ihlal edildiğini ifade etmek istiyoruz.
5. Cumhuriyet Savcısının
Görüşünün Tebliğ Edilmemesi Nedeniyle Etkili Başvuru Hakkının Kısıtlandığına
Dair Şikâyet Hakkındaki Hükümet Görüşlerine Karşı Cevaplarımız (s. 362/p.
788-811)
159.Soruşturma dosyası hakkında
kısıtlama (gizlilik) kararı bulunduğu için, Cumhuriyet savcısı tüm dosyayı
inceleyerek tutukluluğa ilişkin talepte bulunmasına karşın, başvurucunun
dosyadaki belgelere erişmesi mümkün olmamıştır. Ağır ceza mahkemesindeki tutukluluk
halinin değerlendirilmesine ilişkin duruşmalara savcı katılmasına rağmen,
başvurucuya ya da avukatına bu imkân tanınmamıştır. Dolayısıyla, başvurucunun
itiraz haklarını etkin bir şekilde kullanması mümkün olmamıştır.
160.... Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutukluluğun
devamına ilişkin ara kararların alındığı duruşmalarda Cumhuriyet savcısı hazır
bulunmasına rağmen, başvurucu ve/veya avukatının bu duruşmalara katılması
mümkün olmamıştır. Böylece, “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargı”
ilkelerine aykırı hareket edilerek, başvurucunun itiraz haklarını etkin şekilde
kullanabilmesi engellenmiştir.
6. Soruşturma Dosyasına
Erişimin Kısıtlanması Nedeniyle Etkili Başvuru Hakkının Kısıtlandığına Dair
Şikâyet Hakkındaki Hükümet Görüşlerine Karşı Cevaplarımız (s. 368/p. 812-834)
161.Tutuklama tedbirinin ve
tutukluluk halinin devamına ilişkin kararların hukuka aykırı, keyfi ya da makul
olmayan şekilde (ölçüsüz) uygulandığına ilişkin savunma ve itirazların yargı
makamları önünde etkin bir biçimde ortaya konulabilmesi için şüphelinin ve
müdafinin öncelikle soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgelere ulaşabilmesi
gerekmektedir.
162.Ancak soruşturma dosyalarından
bilgi ve belgelerin alınmasını kısıtlayan CMK’nın 153. maddesindeki istisnai
hüküm, Sulh Ceza Hâkimliklerinin uygulamaları dikkate alındığında, Türkiye’de
bir kurala dönüşmüş ve neredeyse her soruşturmada kısıtlama kararı verilmiştir;
verilmeye de devam edilmektedir. Özellikle FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında,
dosyanın bir örneğini isteyen müdafilerin bu konudaki talepleri, sistematik
olarak reddedilmektedir. Dolayısıyla, iç hukukta, FETÖ/PDY soruşturmalarında
dosyanın bir örneğini talep etmenin ve kısıtlama kararına itiraz yasa yoluna
başvurulmasının pratikte bir anlamı bulunmamaktadır.
163.Soruşturma dosyası hakkında,
“dosya içeriğini inceleme ve belgelerden örnek alınmasını yasaklayan” kısıtlama
(gizlilik) kararı bulunduğundan, iddianame ve dosya içeriği mahkeme tarafından
başvurucuya tebliğ edilene kadar (yaklaşık … boyunca) başvurucunun lehe ya da aleyhe delilleri
inceleme imkânı olmamıştır. Tüm soruşturma aşaması boyunca Cumhuriyet savcısı
dosyayı inceleme imkânına sahip olmasına karşın, kısıtlılık kararları sebebiyle
başvurucu ve/veya avukatı bu imkândan mahrum bırakılmıştır. Bu nedenle,
başvurucunun itiraz haklarını etkin bir şekilde kullanması mümkün olmamıştır.
164.Oysaki birçok AİHM kararında,
yargılamaya gerektiği gibi katılmaktan ve tutuklamanın hukukiliğini
sorgulamaktan alıkoyacak şekilde başvuranın ilgili belge ve raporlara
erişiminin engellenmesi hak ihlali olarak görülmüştür. Başka bir ifadeyle,
kişilerin haklarındaki iddialar ve delillerle ilgili bilgiye ulaşabilmeleri ve
aleyhlerine olan delilleri etkin bir şekilde sorgulayabilmeleri amacıyla
dosyanın tamamen gizli olmaması gerekmektedir (Örneğin bkz. Weeks-Birleşik
Krallık, 02.03.1987, p. 60-69; Hussain-Birleşik Krallık, 21.02.1996, p. 58;
Shameyev-Gürcüstan ve Rusya, 12.04.2005, p.432; Svipsta-Litvanya, p. 137-139;
Lietzow-Almanya, 13.02.2001, p. 47; A ve Diğerleri-Birleşik Krallık,
19.02.2009, p. 212-224; Lamy-Belçika, 30.03.1989, p. 29).
165.Sonuç olarak, başvuruya konu
somut olayda, gizlilik kararı nedeniyle soruşturma dosyasına uzun süre (tüm
soruşturma süresince) ulaşılamaması ve dosyada bulunan belgelerin
incelenememesi “silahların eşitliği ilkesine” açıkça aykırıdır.
166.Diğer
taraftan hükümet, dosyadaki gizlilik kararına CMK’nın 267. maddesi uyarınca
itiraz edilebileceğini ve başvurucuların bu itiraz hakkını kullanmayarak iç
hukuk yollarını tüketmediğini ileri sürmektedir.
167.Ancak
bu yolun, özellikle 15 Temmuz 2016 sonrası yürütülen soruşturmalar açısından
Türk hukuk isteminde etkin şekilde işlediğine, diğer bir deyişle herhangi bir
dosyada verilmiş gizlilik kararının CMK m. 267’de öngörülen yolun
kullanılmasıyla kaldırıldığına dair hükümet tarafından tek bir uygulama örneği
gösterilmemiştir. Zira etkin bir iç hukuk yolu olduğunu iddia eden hükümet, söz
konusu yolun başarı şansı sunacak şekilde pratikte de işlediğini kanıtlamakla
yükümlüdür. Zaten Anayasa
Mahkemesi de başvurucunun bu şikâyetini, iç hukuk yollarının tüketilmemesi
sebebiyle değil, esasına girerek dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle
reddedilmiştir.
7. Tutuklama Kararını Veren
Sulh Ceza Hâkimlerinin Bağımsız ve Tarafsız Olmadıklarına Dair Şikâyet
Hakkındaki Hükümet Görüşlerine Karşı Cevaplarımız (s. 375/p.
835-865)
168.Sözleşme’nin 5/3. maddesine
göre, 5/1 (c) maddesinde öngörülen koşullar uyarınca yakalanan ya da tutuklanan
herkes, taraflar ve yürütmeden bağımsız bir hâkim önüne çıkarılma hakkına
sahiptir. AİHS’nin 5/4. maddesi anlamında bir mahkemenin olmazsa olmazlarından
biri bağımsızlık ve tarafsızlıktır (D.N. – İsviçre, [BD], No. 27154/95,
29/03/2001, p. 42).
169.Mahkemelerin bağımsız olup
olmadığı üç ölçüt dikkate alınarak değerlendirilebilir: Bunlar, mahkeme üyelerinin
atanma şekli ve üyelerin görev süresi, dış etkilere karşı teminatların bulunup
bulunmaması ve söz konusu yargı organının bağımsızlık görüntüsü verip
vermemesidir (Findlay – Birleşik Krallık, No. 22107/93, 25/02/1997, p. 73).
Başka bir ifadeyle, bir yargı yerinin ‘bağımsız’ olup olmadığını belirlemek
için, diğer hususların yanı sıra, bu yargı yeri üyelerinin nasıl atandığına ve
çalışma sürelerine, dışarıdan gelecek baskılara karşı güvencelerinin olup
olmadığına ve bu organın bağımsız bir görünüm verip vermediğine bakılır
(Demicoli-Malta, No. 13057/87, 27/08/1991, p. 39; Le Compte, Van Leuven ve De
Meyere-Belçika, No. 6878/75 ve 7238/75,
23/06/1981, p. 55). Bir mahkemenin bağımsız olup olmadığının
göstergelerinden biri, bu mahkemeye atanan hâkimlerin, bir üst mahkemeye
seçilme durumu hariç, talepleri olmadan ve görev süreleri dolmadan
görevlerinden alınamamasıdır (Campbell ve Fell – Birleşik Krallık, No. 7819/77
ve 7878/77, 28/06/1984, p. 80).
170.Türkiye’de son yıllarda yaşanan
gelişmeler, yargılama makamlarının bağımsızlık ve tarafsızlıklarını
kaybettikleri yönünde ciddi kuşkulara neden olmaktadır. Uluslararası güvenilir
çok sayıda sivil toplum kuruluşu tarafından da bu bağlamda raporlar
yayımlanmıştır (Örneğin bkz. https://www.icj.org/wp-content/uploads/2018/07/Turkey-Access-to-
justice-Publications-Reports-2018-ENG.pdf; https://www.hrw.org/tr/world-report/2018/country-chapters/313667).
171.Yukarıda belirtildiği üzere,
AİHS’nin 5/3. maddesine göre, 5/1 (c) maddesinde öngörülen koşullar uyarınca
yakalanan ya da tutuklanan herkes, taraflar ve yürütmeden bağımsız bir yargıç
önüne çıkarılma hakkına sahiptir.
172.Başvurucu hakkında gerek ilk
tutuklama kararını veren sulh ceza hâkimi, gerekse de daha sonra tutukluluk
durumunu gözden geçirip devam ettiren sulh ceza ve ağız ceza mahkemesi
hâkimleri, AİHS 5/3. maddesinin gerektirdiği bağımsızlık ve tarafsızlık
kriterlerini taşımamaktadırlar. Bu hâkimlerin idari bir makam olan HSK ve
yürütmeden bağımsız hareket etmeleri, pratikte mümkün değildir.
173.Türkiye’deki tüm ilk ve ikinci
derece yargı organları HSK tarafından yönetilmekte, hâkimlerin atanmasına,
başkan ve üyelerinin belirlenmesine HSK karar vermekte, meslekte
yükselmelerine, tayinlerine, üst mahkemelere seçilmelerine, haklarında disiplin
ve ceza soruşturması açılmasına ve meslekten ihraç dâhil disiplin cezalarına da
HSK karar vermektedir. Venedik Komisyonu’nun 13/03/2017 tarihli Raporunda
belirtildiği gibi, HSK’yı kontrol eden güç, Türk yargısını kontrol eder. Bu
nedenlerle, HSK’nın bir mahkeme üyeleri veya bir hâkim hakkında aldığı bir
karar, tüm ilk ve ikinci derece hâkimlerini etkiler, kaygıya sevk eder,
korkutur ve hâkimlerin kararlarını HSK’yı dikkate alarak vermelerine yol açar.
Aksi durumda, ilgili hâkim, en azından görev süresi dolmadan çalıştığı
mahkemeden alınıp başka bir mahkemeye, bazen Doğu veya Güneydoğu’da bir
mahkemeye atanabilir; hakkında disiplin soruşturması başlatılıp açığa alınabilir
ve hatta meslekten ihraç dahi edilebilir. Türkiye’de son yıllarda (özellikle
Temmuz 2016 sonrası) yaşanan somut olaylar dikkate alındığında, tutuklama
kararı veren sulh ceza hâkimlikleri ile ağır ceza mahkemelerinin ve hatta Bölge
Adliye Mahkemelerinin genelde yürütmeye karşı, özelde de HSK’ya karşı bağımsız
olmadıkları açıkça anlaşılmaktadır.
174.15 Temmuz 2016 tarihli darbe
girişimi sonrası yaklaşık 5000 hâkim ve savcı, savunma hakkı dahi verilmeden,
adil bir adli ve idari (disiplin) süreç işletilmeden, HSK kararıyla açığa
alınmış ve Anayasanın 129/2 ve 139. maddelerine açık aykırı olarak meslekten
ihraç edilmişlerdir. 3000’e yakın hâkim ve savcı tutuklanmıştır. Bazı hâkimler
duruşma esnasında, meslektaşlarının gözü önünde götürülmüşlerdir. Meslektaşının
gözaltına alındığını gören bir hâkimin, HSK ve yürütmeden çekinmeden, bağımsız
şekilde karar alması beklenemez. Kaldı ki, 667 sayılı KHK’nın 3. maddesi
yürürlükte kaldıkça, yüksek mahkeme üyeleri dâhil, hiçbir yargı mensubunun
“hâkimlik teminatı” bulunmamaktadır.
175.Başvuruya konu somut olayda, yaklaşık
üç bin kişiyle birlikte, başvurucunun da arasında bulunduğu 546 hâkim/savcının
Türkiye’nin değişik il ve ilçelerinde görevli iken (suçüstü halinin varlığı
kabul edilerek) 2802 sayılı Kanun’unn 94. maddesi kapsamında soruşturmaya
başlanılmış, arama ve gözaltı kararları verilmiştir. Bu kişilerin hangi
kriterlere göre soruşturmalara dâhil edildikleri, bu kadar kısa süre zarfında
nasıl bir değerlendirme yapılabildiği ya da gözaltı listesinin ne zaman ve
nasıl hazırlandığı belirsizliğini halen korumaktadır.
176.Türkiye’nin değişik il ve
ilçelerinde görevli hâkim ve savcıların,
hiçbir bilgi ve belge olmadan aynı tarihte (16-17/07/2016) gözaltına
alınması ve farklı Sulh Ceza Hâkimlikleri tarafından aynı zaman dilimi içerisinde
tutuklanması, soruşturma dosylarına hiçbir bilgi ve belge girmemesine rağmen
hâkimlik teminatına da aykırı bir şekilde uzun süre tutukluluk halinin devamı
kararları verilmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, tutuklama ve
tutukluluk halinin devamı kararlarını veren hâkimlerin bağımsız ve tarafsız
olduğunun kabulüne imkan bulunmamaktadır.
177.Sonuç olarak, özellikle 15
Temmuz 2016 sonrası oluşan sosyal ve siyasal ortam kötüye kullanılarak, hak ve
özgürlükler AİHS hükümleri ile öngörülen amaçlar dışında, aşırı ve orantısız
şekilde kısıtlanmıştır. Özgürlük ve güvenlik hakkı başta olmak üzere Sözleşme
hükümleri ile güvence altına alınan çok sayıda hak, sürekli ve ağır şekilde
ihlal edilmiş, kasti ve keyfi şekilde yasalara uyulmamıştır. Kısacası, hak ve
özgürlüklere Sözleşme hükümleri ile izin verilen kısıtlamalar, öngörüldükleri
amaç dışında uygulanmıştır. Bu süreçte, “hâkimlik teminatına” dair tüm
güvenceler fiilen ortadan kalkmıştır. Hâkimlerin özellikle belirli konjonktürel
davalarda bağımsız ve tarafsız hareket etmesi pratikte imkânsız hale gelmiştir.
Bu nedenlerle, başvurucunun bağımsız ve tarafsız bir hâkim önüne çıkarılma
hakkı ihlal edilmiştir.
8. Tutukluluğa İlişkin
İtirazların Başka Bir Sulh Ceza Hâkimi Tarafından İncelenmesi Nedeniyle Etkili
İtiraz Hakkının Kullanılamadığı Hakkındaki Şikâyete Dair Hükümet Görüşlerine
Karşı Cevaplarımız (s. 385/p. 866-886)
178.Bağımsızlık ve tarafsızlık
şartını karşılamayan Sulh Ceza Hâkimliği Sistemi (eşit dereceli mahkemeye
yapılan kapalı devre sistem) nedeniyle başvurucu tutuklama tedbirine karşı
itiraz hakkını etkin bir şekilde kullanamamıştır.
179.Soruşturma aşamasında tutuklama
ve tutukluluk halinin devamı kararları dâhil olmak üzere, tüm koruma
tedbirlerine Sulh Ceza Hâkimliği tarafından karar verilmiştir. Bu kararlara
karşı yapılan itirazları da aynı nitelikte bir başka Sulh Ceza Hâkimliği
tarafından karara bağlanmıştır. AİHM içtihatlarına göre adil yargılanmanın en
temel kriteri çift dereceli yargılanma sisteminin etkin bir şekilde
uygulanmasıdır. Buna göre, tek hâkimli Sulh Ceza Hâkimliğinin vermiş olduğu
kararların üst dereceli bir yargı makamı tarafından incelenmesi gerekmektedir
(Başta 2016 yılı olmak üzere Avrupa Birliği İlerleme Raporlarında da bu husus
açıkça eleştiri konusu yapılmıştır). Kapalı devre inceleme yapan Sulh Ceza
Hâkimlikleri pratikte kendi kararlarını denetledikleri için başvurucunun
itirazları tarafsız hâkimlerce incelenmemiştir.
180.Diğer önemli bir sorun ise,
tutukluluğa ilişkin itirazların daha önce tutukluluğa karar vermiş ya da tutukluluk
incelemesi yapmış aynı hâkimlerce yapılmasıdır. Örneğin Samsun’da görev yapan
iki sulh ceza hâkiminin tutukluluk kararı verdikten ya da tutukluluk incelemesi
yaptıktan belli bir süre sonra, bu kez, daha önce verdiği tutukluluk kararı ya
da tutukluluk inceleme kararını itirazen incelemesidir. Başka bir ifadeyle,
aynı hâkimlerin tutukluluk incelemesi ya da ilk tutuklama kararını verdikten
bir süre sonra, nöbetçi hâkimlik sırası geldiğinde, aynı dosyada, bu kez
tutukluluğa itirazı inceyelen hâkim konumunda hareket etmiş olmasıdır. Bu
durum, itirazı inceleyen hâkimin nesnel bakımdan tarafsızlığına yönelik meşru
bir şüphe oluşturmaktadır (Bkz. Hauschildt/Danimarka, No. 10486/83,
24/5/1989, § 48).
181.Diğer taraftan, hükümetin
sunduğu istatistiki verilerden sağlıklı anlam çıkarabilmek için siyasi
davalarda, özellikle 15 Temmuz 2016 sonrası FETÖ/PDY örgüt üyeliği dâhil siyasi
suçlarla ilgili tutuklu dosyalarda, tahliye talepleri ve tutukluluk
itirazlarındaki verilerin elde edilmesi gerekmektedir. Bu durumda, siyasi
içerikli davalara ilişkin tahliye talebi ve tutukluluğa itiraz incelemelerinde,
sulh ceza hâkimliklerinin özgürlükleri koruma yönünde işlemediği görülecektir.
Hatta tam tersine, sulh ceza hâkimliklerine itiraz sisteminin, daha ziyade
tahliye olmuş ya da ilk tutukluluk talebi reddedilmiş kişiler hakkında,
savcılıklarca yapılan itiraz üzerine, tutuklamaya yönelik yakalama kararı
çıkarmak amacıyla kullanıldığı görülecektir. Bu nedenle Mahkeme’den, Hakan Baş
kararında varılan sonucun, hükümetten talep edilecek detaylı istatistikler
yoluyla bir kez daha değerlendirilmesini talep ediyoruz.
9. Tahliye Taleplerinin Ve
Tutuklamaya İtirazların Hiç İncelenmemesi Veya Gecikmeli İncelenmesi Hakkındaki
Şikâyete Dair Hükümet Görüşlerine Karşı Cevaplarımız (s. 390/ p. 887-908)
182.Hükümet, başvurucuların CMK’nın 141. maddesinde öngörülen
iç hukuk yolunu tüketmeleri gerektiğini ileri sürmektedir (p 892). Burada,
tekrardan kaçınmak amacıyla, yukarıda “CMK’nın
141. Maddesinde Öngörülen Tazminat Yolunun Tüketilmediği İddiasına İlişkin
Cevaplarımız” başlığı altında yaptığımız açıklamalara atıfta bulunmakla
yetiniyoruz.
183.Başvurucunun tutukluğa ve
tutukluluk halinin devamına karşı itirazları ile tahliye talepleri hakkında
“gerekli hızlılıkla” karar verilmemiştir. 668 sayılı KHK’nın 3-ç. maddesine
dayanılarak “otuzar günlük sürelerle tutukluluğun incelenmesi ile birlikte
dosya üzerinden” karara bağlanmıştır. Benzer şekilde, bazen tutukluluğun gözden
geçirilmesi zamanında (ayda bir) yapılmamış, bazen de başvurucunun tahliye
talepleri ve tutukluluğun devamına dair kararlarına karşı yaptığı itirazlar
hakkında hiçbir karar verilmemiştir.
184.Oysaki serbest bırakılma
taleplerinin süratle karara bağlanması gerekmektedir (McKay-Birleşik Krallık,
p. 46). AİHM’e göre, yargı makamlarının iş yükünün fazla olması ya da tatil
dönemine denk gelmesi, tutukluluğa ilişkin uzun süre karar alınmamasına gerekçe
olamaz (E. - Norveç, p. 66; Bezicheri - İtalya, p. 25). Bu bağlamda,
başvurucunun salıverilme talebin 23 gün sonra (Rehbock-Slovenya, 28.11.2000),
tutuklamaya itirazın ise 41 gün sonra (Şevk-Türkiye, 11.04.2006, p. 40) karara
bağlanması, AİHM tarafından Sözleşme’nin 5(4). fıkrasına aykırı olarak
değerlendirilmiştir.
10. Tutuklamaya İlişkin
Kararların Hiç Tebliğ Edilmemesi Veya Geç Tebliğ Edilmesi Nedeniyle İtiraz
Hakkının Kullanılamadığı Hakkındaki Şikâyete Dair Hükümet Görüşlerine Karşı
Cevaplarımız (s. 398/p. 909-926)
185.Hükümet, başvurucuların CMK’nın 141. maddesinde öngörülen
iç hukuk yolunu tüketmeleri gerektiğini ileri sürmektedir (p 910). Burada, tekrardan
kaçınmak amacıyla, yukarıda “CMK’nın
141. Maddesinde Öngörülen Tazminat Yolunun Tüketilmediği İddiasına İlişkin
Cevaplarımız” başlığı altında yaptığımız açıklamalara atıfta bulunmakla
yetiniyoruz.
186.Soruşturma aşamasındaki
tutukluluğun gözden geçirilmesine ve bu kararlara karşı yapılan itirazlara
ilişkin kararların birçoğu (örneğin,
… Sulh Ceza Hâkimliği’nin … tarihli tutukluluğun devamına dair kararına karşı
başvurucunun yaptığı itirazın sonucu) başvurucu veya yasal temsilcisine tebliğ
edilmemiştir. Benzer
şekilde, kovuşturma aşamasında tutukluluğun devamı kararlarının birçoğu
başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Bu nedenle başvurucu itiraz haklarını
kullanamamıştır.
11. Bir Avukatın Yardımından
Etkin Bir Şekilde Yararlanamama Ve Tutukluluğa İtiraz İçin Gerekli Olanaklara
Sahip Olmama Hakkındaki Şikâyete Dair Hükümet Görüşlerine Karşı Cevaplarımız
(s. 404/p. 927-957)
187.Olağanüstü Hal kapsamında
yayınlanan 03/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile
belirli suçlar açısından avukatın müvekkiliyle görüşmesine ilişkin önemli
kısıtlamalar getirilmiştir. Söz konusu KHK’nın 6. maddesiyle, 5275 Sayılı Ceza
ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 59. maddesine avukat ile
hükümlünün görüşmelerinde dokümanların örneğinin alınmasına ve görüşmenin
kaydedilmesine olanak sağlayan fıkralar eklenmiştir. Bu fıkralar, 01/02/2018
tarihli ve 7070 sayılı Kanunun 6. maddesiyle aynen kabul edilerek
kanunlaşmıştır.
188.Anılan maddeye göre kısıtlama
kararı verilebilmesi için her dosya için kişiselleştirilmiş bir yargı kararı
alınması gerekmektedir. Ancak uygulamada herhangi bir kişiselleştirilmiş karar
almaksızın yaygın bir şekilde başvurucunun da aralarında bulunduğu silahlı
terör örgütü üyesi olma suçundan tutuklu bulunan kimselerin müdafileri ile
yaptıkları görüşmeler kamera ile kayıt altına alınmış ve bu görüşmelerde infaz
koruma memuru görüşme içeriğini duyabilecek şekilde hazır bulundurulmuştur.
Ayrıca infaz koruma memurları tarafından belge alışverişi de denetlenmiştir
189.Hükümet,
söz konusu şikâyete ilişkin olarak 5275 Sayılı Kanun’un 59. maddesi kapsamında
İnfaz Hâkimliğine itiraz edilmemesi nedeniyle iç hukuk yollarının tüketmediğini
ileri sürmektedir (p. 930).
190.Özellikle
ifade etmek isteriz ki; başvurucunun şikâyeti, cezaevinde tutuklu olarak
bulunduğu sırada avukatıyla yaptığı görüşmelerde bir infaz koruma memurunun
görüşme içeriğini duyabilecek şekilde hazır bulundurulması ve söz konusu
görüşmelerin kamera ile kayıt altına alınması nedeniyle avukatı ile uygun
ortamda görüşememesine ve bu nedenle tutukluluğa itiraz hakkını etkin bir
şekilde kullanamamasına ilişkindir. Başvurucu, özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği (bir avukatın
yardımından etkin bir şekilde yararlanamama ve tutukluluğa itiraz için gerekli
olanaklara sahip olmama) şikâyetinde bulunmuştır. Bu nedenle, söz konusu sorun
hakkında infaz hâkimliği tarafından karar verilemeyeceği açıktır.
191.Sonuç olarak, somut olayda,
özgürlük ve güvenlik hakkı kapsamında gerekli itiraz yasa yollarına
başvurularak iç hukuk yolu tüketilmiştir. Dolayısıyla, hükümetin infaz
hâkimliğine başvuru yapılmasının iç hukuk yolunun tüketilmesi için zorunlu
olduğuna ilişikin görüşüne katılmadığımızı belirtmek isteriz.
192.Diğer
taraftan, İnfaz Hâkimliği’ne başvuru yolunun, özellikle 15 Temmuz 2016 sonrası
yürütülen soruşturmalar açısından, Türk hukuk sisteminde etkin şekilde
işlediğine, diğer bir deyişle itiraz üzerine avukatlarla kameralı odada ve
infaz koruma memuru eşliğinde görüşme uygulamasının kaldırıldığına dair hükümet
tarafından tek bir uygulama örneği (infaz hâkimliği kararı) gösterilmemiştir.
Zira etkin bir iç hukuk yolu olduğunu iddia eden hükümet, söz konusu yolun
başarı şansı sunacak şekilde pratikte de işlediğini kanıtlamakla yükümlüdür.
Mahkeme’den hükümetin bu iddiasını ret etmesini ya da hükümetten bu yönde
veriler sağlamasını istemesini ve bu veriler doğrultusunda karar vermesini
talep ediyoruz.
193.Başvurucunun cezaevinde
avukatıyla yaptığı görüşmelerde bir infaz koruma memuru görüşme içeriğini
duyabilecek şekilde hazır bulunmuş ve söz konusu görüşmeler kamera ile kayıt
altına alınmıştır. Ayrıca, tüm görüşmeler öncesi karşılıklı birbirlerine
verdikleri belgeler görevliler tarafından incelenmiştir.
194.Bu nedenlerle, AİHM
içtihatlarına açıkça aykırı şekilde, başvurucunun avukatıyla gizli görüşmesi
engellenerek savunma hakkıyla birlikte itiraz hakkını da etkin bir şekilde
kullanabilmesi önemli ölçüde kısıtlanmıştır (Örneğin bkz. Campbell ve
Fell-Birleşik Krallık, 28.06.1984, p. 113; Öcalan-Türkiye Kararı, 12.05.2005,
p. 133; tutuklunun cezaevi görevlisinin duyamayacağı şekilde avukatıyla
görüştürülmemesi gerektiğine dair örneğin bkz. S-İsviçre Kararı, 28.11.1991, p.
48).
12. Anayasa Mahkemesi
Tarafından Bireysel Başvuruların Hızlı Şekilde İncelenmediği Hakkındaki
Şikâyete Dair Hükümet Görüşlerine Karşı Cevaplarımız (s. 415/p. 958-975)
195.Başvurucunun Anayasa Mahkemesi’nin gerekli hızlılıkla inceleme
yapmadığına dair bir şikâyeti bulunmamaktadır. Bu nedenle söz konusu şikâyete
ilişkin olarak hükümet görüşlerine cevap verilmemiştir. / Anayasa
Mahkemesi, öncesinde benzer kapsamda başvurularda karar vermiş olmasına rağmen,
başvurucunun yeni ve karmaşık hiçbir yönü olmayan bireysel başvurusuyla ilgili
incelemeyi, ancak … ay
geçtikten sonra şablon bir kararla yapmıştır. Dolayısıyla, tutuklamanın hukuka
uygun olup olmadığı denetimi “kısa bir süre içinde” yapılması kriterini yerine
getirmemiştir.
196.Hükümet Anayasa Mahkemesi’nin
son yıllarda artan iş yüküne atıfla inceleme sürelerinin makul olduğunu ileri
sürmektedir. Ancak hiçbir karmaşık yönü olmayan, öncesinde benzer iddialar
hakkında şablon kararlar vermiş olan Anayasa Mahkemesi’nin, yazışma dahi
yapmaksızın, UYAP’taki iddianame üzerinden yaptığı inceleme için bu denli uzun
bir sürenin makul kabul edilmesi mümkün değildir. Hükümet, Şahin Alpay kararına
atıfta bulunarak 16 ay 3 gün süren inceleme süresinin AİHM tarafından makul
kabul edildiğini öne sürmektedir. Ancak, Şahin Alpay dosyası ile başvurucunun
dosyasının karmaşıklık düzeyi hiçbir biçimde kıyas kabul etmeyecek ölçüde
farklıdır.
197.Hükümet, Anayasa Mahkemesi’nin
Adalet Bakanlığı’ndan görüş istediğini, 30 gün süre verdiğini vs.
belirtmektedir (p. 970). Ancak Anayasa Mahkemesi’nin kararında başvurucuyla
ilgili bireysel başvurusunun Adalet Bakanlığı’na bildirilerek görüş istendiğine
dair bir bilgi bulunmamaktadır. Bu başvuruya ilişkin hükümet savunmasında
defalarca belirtildiği gibi, Anayasa Mahkemesi UYAP üzerinden iddianame
temelinde inceleme yapmaktadır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin herhangi bir
makam ile söz konusu başvurusu kapsamında bir yazışma yapmadığı
anlaşılmaktadır.
198.Ayrıca başvurucu, Anayasa Mahkemesi’ne
tutuklulukla ilgili tekbir başvuru yapmıştır. Dolayısıyla hükümetin,
bazı başvurucular açısından aynı şikâyetlerle ilgili birden fazla başvuru
yaparak başvuruların incelenmesini geciktirdikleri yönündeki iddiasının
başvurucu hakkında hiçbir geçerliliği bulunmamaktadır.
199.Hükümetin, Anayasa
Mahkemesi’nin mevcut iş yükünü Sözleşme’nin 15. maddesiyle bağlantı kurarak,
gecikmeyi makul gösterme gayreti hiçbir anlam ifade etmemektedir. Zira iş
yükünün neden olduğu hak kayıplarını ortadan kaldıracak gerekli altyapı ve
insan kaynağını sağlama yükümlülüğü hükümete aittir. Hükümet, Anayasa Mahkemesi
önündeki başvuruların AİHM içtihatlarının gerektirdiği süratle
sonuçlandırılması için gerekli önlemleri alma sorumluluğu altındadır.
13. Tutukluluktan Kaynaklı Hak
İhlallerini Giderecek Tazminat Yolunun Bulunmadığı Hakkındaki Şikâyete Dair Hükümet
Görüşlerine Karşı Cevaplarımız (s. 419/p. 976-998)
200.Başvurucunun tazminat elde etmek için başvuru yolu bulunmadığına dair
ayrı bir şikâyeti bulunmamaktadır. Bu nedenle söz konusu şikâyete ilişkin olarak hükümet
görüşlerine cevap verilmemiştir. / Başvurucunun tutukluluğundan kaynaklı
hak ihlallerini giderecek ve makul sürede AİHM içtihatları çerçevesinde karar
verip, devam eden ihlallere son verecek iç hukukta etkili bir başvuru yolu
bulunmamaktadır.
201.Hükümet CMK’nın 141 vd.
maddelerinde düzenlenen tazminat davası yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne bireysel
başvuru yolunun tazminat imkânı sağlayan başvuru yolları olduğunu ileri
sürmektedir.
202.Başvurucunun bireysel
başvurusunda ve 15 Temmuz 2016’dan sonra tutuklanan hâkim/savcıların
dosyalarında verdiği kararlarda görüleceği üzere Anayasa Mahkemesi, AİHM’in
konuyla ilgili en temel içtihatlarını görmezden gelip farklı mantık örgüsü
altında söz konusu başvuruları reddetmektedir.
203.Anayasa Mahkemesi, ya pratikte
işlemeyen ya da işleyeceği şüpheli yoları işaret ederek başvuruları iç hukuk
yoları tüketilmediği gerekçesiyle reddetmekte ya da AİHM’in konuyla ilgili açık
içtihatlarına rağmen yerel mahkemelerin insan hakları hukukunun temel
ilkelerine aykırı uygulamalarına vize vermektedir. Örneğin, yukarıda
açıklandığı üzere, ilk verilen haksız tutukluluk şikâyetinin incelemesini aylar
sonra hazırlanan iddianamede gösterilen deliller temelinde yapmakta, dosyada
söz konusu delillerin ilk andan olup olmadığını incelememektedir.
Başvurucuların bu deliller hakkında hangi savunmaları yaptıkları, ilgili
makamların bu savunmalara nasıl karşılık verdikleri gibi temel hususları
inceleme sürecine dâhil etmemektedir.
204.Benzer şekilde, Bylock
mesajlaşma uygulamasıyla ilgili olarak Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar
Çalışma Grubu kararları ile Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin söz
konusu verilerin tutuklamaya delil olamayacağı şeklinde pek çok kararı, Anayasa
Mahkemesi tarafından dikkate alınmamaktadır.
205.Bu noktada, Birleşmiş Miletler
İnsan Hakları Komitesi’nin 23 Eylül 2019 tarihli ve CCPR/C/125/D/2980/2017
sayılı İsmet Özçelik, Turgay Karaman ve I.A kararını Mahkeme’nin dikkatine
sunmak istiyoruz. Söz konusu kararda İnsan Hakları Komitesi, başvurucunun tutukluluğuna
ilişkin olarak, hükümetin Anayasa Mahkeme’nin etkin bir başvuru yolu olduğunu
kanıtlayamadığını belirterek başvuruyu incelemeye devam etmiştir.
206.Burada, Anayasa Mahkemesi’nin
AİHM’le açıkça ve kasten (bilerek ve isteyerek) çeliştiği, başka bir ifadeyle
AİHM’e “direndiği” 04/06/2020 tarihli Yıldırım Turan (B. No: 2017/10536) kararını
değinmek istiyoruz.
207.Söz konusu karar, eski bir
hâkim olan başvurucunun suçüstü hali bulunduğu gerekçesiyle, hâkimlik teminatı
göz ardı edilerek tutuklanmasına ilişkindir. Başvurucu, mesleğinden kaynaklanan
güvencelere riayet edilmeksizin tutuklanması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur.
Anayasa Mahkemesi ise, açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle söz
konusu başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
208.Oysaki yukarıda değinilen
Alparslan Altan ve Hakan Baş kararlarında AİHM, hâkimlik/savcılık mesleğinden
kaynaklanan güvencelere riayet edilmediği gerekçesiyle tutuklama tedbirinin
“kanuna uygun olmadığı” sonucuna varmıştı. AİHM, belirtilen kararlarda,
hükûmetin suçüstü hali bulunduğu ve kişisel suçların soruşturulması ve
başvurucunun tutuklanması için özel bir usul gerekmediği yönündeki görüşünü
kabul etmemiştir. AİHM devamla, Yargıtay dâhil olmak üzere iç hukuktaki yargı
mercilerin darbe teşebbüsünden sonra tutuklanan yargı mensupları hakkında ağır
cezalık suçüstü hâlinin bulunduğu yönündeki değerlendirmelerinin “hâkim
teminatını” ortadan kaldırdığını vurgulamıştır.
209.Anayasa Mahkemesi, AİHM’in bu
yorumu nedeniyle yargı mensuplarının tutuklanmalarına ilişkin iç hukukta
öngörülen usulleri tekrar değerlendireceğini ifade etmiştir (p. 114). Böylece,
AİHM kararını doğrudan uygulamayacağını, ancak başvuruya konu somut olaya
ilişkin meseleyi yeniden inceleyeceğini belirtmiştir.
210.Bu tür bir incelemenin AİHM
kararlarının bağlayıcılığını zedeleyip zedelemeyeceğine ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesi şu dikkat çekici cümleleri sarf etmiştir: “AİHM’in kesinleşmiş kararları bağlayıcı olmakla birlikte, Türk
hukukunda yargı mensuplarının tutuklanmasına ilişkin kanun hükümlerinin
yorumlanması Türkiye Cumhuriyeti’nin kamu gücü makamlarına ve nihai olarak
mahkemelerine ait bir yetkidir. Türk mahkemelerinin ulusal hukuka ilişkin
yorumlarının Sözleşme’de güvence altına alınan hak ve özgürlükleri ihlal edip
etmediğini incelemek AİHM’in yetkisinde ise de AİHM’in ulusal mahkemelerin
yerine geçerek ulusal hukuku ilk elden yorumlaması uygun görünmemektedir. Türk
hukukundaki kanun hükümlerinin anlamlandırılmasında ve yorumlanmasında Türk
mahkemeleri AİHM'e göre çok daha iyi konumdadır” (p. 117).
211.Bu ifadeler, AİHM kararlarının
bağlayıcılığı olduğuna yer veren AİHS’nin 46. maddesi ile temel hak ve
özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların çelişmesi halinde
uluslararası antlaşma hükümlerine üstünlük tanıyan Anayasa’nın 90. maddesine
aykırıdır. Anayasa Mahkemesi, AİHM’in açıkça ihlal tespit ettiği alanlarda bile
sadece tekrar değerlendirme yapacağını, ancak nihai takdir hakkının kendisine
ait olduğunu ifade etmiştir. Dahası, AİHM’in farklı bağlamda kullandığı “iç
hukuku yorumlamada yerel mahkemelerin kendisine göre daha iyi konumda olduğu”
cümlesini amacından saptırarak, “istediğim zaman AİHM kararlarına
uymayabilirim” anlamı çıkarmıştır. Oysaki AİHM, bu cümleden sonra çoğunlukla bu
durumun kendisinin denetim görevini ortadan kaldırmadığını vurgulamaktadır.
Zaten aksi bir yorum, Sözleşme’nin denetim mekanizmasını fiilen işlevsiz hale
getirecektir.
212.Anayasa Mahkemesi ayrıca, “AİHM'in Türk hukukundaki kanun hükümlerini
yorumlayarak yargı mensuplarının tutuklanmalarının ulusal hukuka uygun olmadığı
yönünde ulaştığı tespitin Sözleşme’nin yorumlanmasıyla ilgili olmadığını”,
bu tespitin “Türk hukukunun ne olduğuyla
ilgili bir yargı içerdiğini”, bu nedenle konunun Anayasa Mahkemesi
tarafından yeniden incelendiğini, AİHM’le farklı bir sonuca ulaşması halinde
ise, bunun “AİHM kararlarının Türk hukuk
sistemindeki yeri ve önemiyle çelişen bir durum olarak kabul edilmemesi
gerektiğini” savunmuştur (p. 119).
213.Bu kararla Anayasa Mahkemesi,
kendisi öyle uygun gördüğünde, AİHM kararlarına uymayabileceğini göstermiş ve
söz konusu başvuruda ihlal tespit etmeyerek AİHM’le “açıkça ve bilinçli olarak”
çelişmiştir. Başka bir ifadeyle AİHM kararına karşı bir nevi “direnme kararı”
vermiştir.
214.Anayasa Mahkemesi, özellikle
konjonktürel olarak siyasal iktidarın tepkisini çekebilecek bireysel
başvurularda, çoğu zaman kendi ve AİHM içtihatları ile çelişme pahasına ret
kararları verebilmektedir. Bu nedenle AİHM’in, en azından haksız tutukluluk
konusunda, Anayasa Mahkemesi’nin artık etkin bir iç hukuk yolu olmadığına karar
vermesi gerektiği kanaatindeyiz.
215.Diğer taraftan, CMK’nın 141. maddesinde öngörülen
tazminat davası yoluna ilişkin olarak, tekrardan kaçınmak amacıyla, yukarıda “CMK’nın 141. Maddesinde Öngörülen Tazminat
Yolunun Tüketilmediği İddiasına İlişkin Cevaplarımız” başlığı altında
yaptığımız açıklamalara atıfta bulunmakla yetiniyoruz.
216.Sonuç olarak, Anayasa
Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun ve CMK’nın 141. maddesinde öngörülen
başvuru yolunun, özellikle 15 Temmuz 2016 sonrası siyasi suçlar sebebiyle ve
iddia edilen FETÖ/PDY örgütü ile bağlantılı suçlamalardan tutuklanan kişiler
açısından, hak ihlallerini giderici tazminat imkânı sağlayan ve pratikte
işleyen etkin bir yol olarak kabulünün mümkün olmadığını ifade etmek istiyoruz.
IV. TAZMİNAT VE YARGIMA GİDERLERİNE İLİŞKİN TALEPLERİMİZ
217.Başvuruya konu olaylar yaşanmadan önce yargı mensubu
olarak görev yapmakta olan başvurucu hakkında, daha önceleri hiçbir adli ya da
idari (disiplin) soruşturma bulunmamaktaydı. Tam tersine, bütün terfi dönemlerinde en üst
derece (mümtazen/c) ile terfi etmiş, birinci sınıfa ayrılmış başarılı bir Cumhuriyet
savcısı/hâkim olarak yaşamını sürdürmekteydi. Başvurucu, evli ve … çocuk
babasıdır.
218.Başvurucu, hiçbir delil olmaksızın haksız ve keyfi bir
şekilde “silahlı terör örgütü üyesi olmakla” ve aynı şekilde 15 Temmuz 2016
tarihinde gerçekleştirilen menfur darbe girişimi ile hiçbir ilgisi olmadığı
halde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren “anayasal düzeni zorla
ortadan kaldırmaya teşebbüs etmekle” suçlanmış ve tutuklanmıştır. Haksız
gözaltı ve tutuklama nedeniyle toplam … gün özgürlüğünden yoksun kalmıştır.
219.Başvurucu, 15 Temmuz sonrası başlatılan karalama ve linç
kampanyasına maruz kalmıştır. Özellikle siyasi makamlar ve HSK yöneticilerinin
masumiyet karinesine aykırı açıklamaları nedeniyle ailevi ve sosyal çevresinde
darbeci, hain ve terörist olarak yaftalanmıştır. Başvuruya konu haksız
tutuklanması dayanak gösterilerek meslekten çıkarılmış, cezaevinde kalabalık
koğuşlarda uzun süre ve keyfi şekilde tutulmuştur.
220.Başvurucunun onur ve şerefi, telafisi mümkün olmayacak
şekilde zedelenmiş, maruz bırakıldığı hak ihlalleri sunucu ağır maddi ve manevi
zararlara uğramıştır. Maruz kaldığı hak ihlallerinin ağırlığı ve şikâyetlerinin
kapsamı dikkate alınarak, emsal olabilecek Alparslan Altan ve Hakan Baş
kararlarından çok daha fazla miktarda tazminata hükmedilmesi gerektiğini
düşünüyoruz.
1.a. Maddi Tazminat Taleplerimiz
221.Haksız tutukluluk başta olmak
üzere başvurucunun maruz kaldığı hak ihlalleri, ekonomik durumu üzerinde son
derece olumsuz etkiler doğurmuştur. Başvurucu ciddi mali kayıplara uğramıştır. Örneğin,
açığa alınma nedeniyle maaşının 2/3’ni alması gerekirken, haksız tutukluluk
nedeniyle yarısını alabilmiştir.[2]
Hükümet görüşlerinin ekinde sunulan ekler ve tablolardan da anlaşılacağı üzere,
başvurucu hakkında eş zamanlı olarak açığa alma ve gözaltı kararları
verilmiştir. Başvurucu, gözaltına alındıktan kısa bir süre sonra da
tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu, Temmuz ve Ağustos maaşlarından yapılan
fazladan kesinti nedeniyle yasal faizi ile birlikte 3.000 TL civarında maddi zarara uğramıştır.
222.Yine başvurucunun haksız
şekilde tutuklu kalması nedeniyle cezaevinde ortak ve şahsi ihtiyaçlarını
karşılayabilmek için harcamalar yapmak zorunda kalmıştır. Benzer şekilde,
yakınları da başvurucunun uzun süre tutuklu kalması nedeniyle ziyaret için yol
masrafları başta olmak üzere çok sayıda harcama yapmışlar ve başvurucunun mali
desteğinden yoksun kalmışlardır. Zira başvurucu, ihraç edilmiş olsa bile, en
azından asgari ücretle iş bulup ailesine destek olma imkânından mahrum
bırakılmıştır. Bu sebeple başvurucunun uğradığı mali kayıp 18x2.325=41.850 TL civarındadır.
223.Bu çerçevede, başvurucunun
uğradığı mali zararların giderilmesi amacıyla AİHS’nin 41. maddesi gereğince
başvurucu lehine … Avro
maddi tazminata hükmedilmesini talep ediyoruz.
1.b. Manevi Tazminat Taleplerimiz
224.Başvurucu, tutuklanmadan önce evli ve ... çocuk babası, saygın bir yargı
mensubu olarak yaşamıma devam etmekteydi. Bu bağlamda, daha önce hiçbir adli ya
da idari soruşturma dahi geçirmemiş bir kişi olarak sosyal çevresinde itibarının sarsılması, maruz kaldığı hak ihlallerinin
ağırlığı ve sosyal durumu üzerindeki olumsuz etkileri, özellikle ailesi başta
olmak üzere sevdiklerinden uzun süre ayrı kalmış olmasının verdiği derin üzüntü
ve stres, toplumsal konumunun ve saygınlığının derinden sarsılması, başvurucuya
yöneltilen suçlamaların niteliği ve karşılığı öngörülen cezaların ağırlığı gibi
hususlar dikkate alınarak, ağır hak ihlalleri nedeniyle duyduğu elem, ızdırap
ve ruhsal sıkıntıların bir nebze de olsa giderilmesi amacıyla AİHS’nin 41.
maddesi gereğince başvurucu lehine … Avro manevi tazminata hükmedilmesini talep ediyoruz.
2. Yargılama Giderlerine
İlişkin Taleplerimiz
225.Başvurucu, hak ihlallerinden doğan zararları gidermek
amacıyla iç hukuk süreçlerinde ve Mahkeme önünde kendisini avukatla temsil
ettirme, temsilci atayabilmek için notere ödenilen vekâlet harcı, posta ve
kırtasiye giderleri gibi çok çeşitli yargılama masrafları yapmıştır.
226.Tazminat ve
yargılama masraflarına ilişkin diğer belgelerle birlikte ekte sunulan Avukatlık
Sözleşmesi gereğince, bireysel başvurunun kesinleşmesi ve sonrasında
hükmedilecek muhtemel tazminatın tahsiline kadarki vekâlet hizmeti karşılığında
başvurucu, … TL avukatlık ücreti ödeme yükümlülüğü altındadır (Bkz. Ek).
227.Başvurunun hükümete bildirilmesinden sonraki tüm
yazışmalar avukat tarafından yapılmıştır. Bu kapsamda hükümet görüşlerine karşı
bu cevap dilekçesi de avukat tarafından hazırlanmıştır. Hükümet çok kapsamlı ve
İngilizce 439 sayfadan ibaret savunma ve ekinde 1042 sayfa ek belge
göndermiştir. Sadece bu dilekçenin yazılması için harcanan emek ve mesai
dikkate alındığında, belirlenen miktarın son derece makul olduğu kabul
edilmelidir. Ayrıca, bundan sonraki tüm aşamaları takip etmek de avukatın
yükümlülüğündedir.
228.Türkiye Barolar Birliği tarafından hazırlanan ve
30/12/2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Avukatlık
Asgari Ücret Tarifesi’nin ”Uluslararası yargı yerlerinde takip edilen işlerde
vekâlet ücreti” başlıklı 5. maddesine (1. Kısım - 2. Bölüm) göre, eğer
duruşmasız ise bu tür işlerde belirlenebilecek asgari vekâlet ücreti 6.330,00
Türk Lirasıdır.[3]
Avukatlık Kanunu’nun 164/4. fıkrasında yer alan “Avukatlık asgari ücret tarifesi altında vekâlet ücreti
kararlaştırılamaz” hükmü gereğince maktu ve nisbi ücretler için taban sınır
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde belirtilen maktu miktardır. Belirtilen bu
miktarın altında bir ücretin kararlaştırılması mümkün değildir.
229.İstanbul Barosu tarafından hazırlanan 01/01/2018 ile
31/12/2018 tarihleri arasını kapsayan Avukat-Vekileden Arasındaki En Az Ücret
Çizelgesi’nin Diğer Hukuki Yardımlar başlıklı 25. maddesinde, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi ve uluslararası yargı yerlerinde takip edilen duruşmasız
işlerde vekâlet ücretinin “16.100 TL’den
az olmamak üzere dava değerinin %15’i” olarak belirlenmiştir.[4] Dolayısıyla belirlenen miktarın son derece makul olduğu kabul
edilmelidir.
230.Sonuç olarak, avukatlık ücreti başta olmak üzere, yargılama
giderleri için başvurucuya …
Avro ödenmesine hükmedilmesini talep ediyoruz.
... Ekim 2020
Saygılarımla
Başvurucu adına temsilcisi
Av.
Ek: Tazminat taleplerine ve
yargılama giderlerine ilişkin belgeler
[2] 2802 sayılı
Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 78. maddesinde, “Görevden uzaklaştırılanlara aylık ve ödeneklerinin üçte ikisi; görevi
ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına
alınanlara bu süreler içinde aylık ve ödeneklerinin yarısı verilir” hükmü
yer almaktadır.
[3] https://www.barobirlik.org.tr/dosyalar/belgeler/AvUcretTarifesi/tbb2018.pdf
[4] https://www.istanbulbarosu.org.tr//files/docs/tavsiyeucrettarife2018.pdf
Teşekkürler Hocam, babam için bir cevap yazıyordum çok iyi bir rehber oldu. Acaba başta ikinci bölüm yazmasının sebebi nedir?
YanıtlaSilMerhaba,
YanıtlaSilRica ederim. İşinize yaramasına sevindim.
Türkiye ile ilgili davalara İkinci Daire bakıyor. Bu dairenin bağlı
olduğu "yazı işleri müdürlüğü" ise İkinci Bölüm. Bu nedenle
dilekçelerimizi İkinci Bölüme hitaben yazıyoruz.
İyi günler.
Çok teşekkürler Hocam, son derece faydalı oldu. Sağolun...
YanıtlaSil